24 Temmuz 2014 Perşembe

"SENİ BEKLERKEN" (Burhaniye Parkı)


Adam elinde küçük bir sepetle oraya geldiğinde hazan mevsimidir. Masalar bomboş, örtüsüz, sandalyeler sırtlıklarından masalara kapanmış ağlıyorlar. Şaşırır önce; etrafa bakar, mutfak ta kapalı. Kapısında küçük bir not, "bir daha ki güzel bir güne kadar kapalıyız" adam düşünür "o güzel bir gün ne zaman gelecek" diye. Yabancısı olmadığı, daha önce her zaman oturduğu masaya sürüklenir ayakları. Önce onun sandalyesini düzeltir, sonra kendisininkini. Sepeti açar, kırmızı beyaz kareli örtüyü çıkartır, serer; itinayla. Küçük kaplarda getirdiği kahvaltılıkları masaya koyar, iki plastik tabak, iki plastik çatal, iki plastik bıçak. Termosumu alsaydım keşke diye geçirir içinden. “şimdi sıcak bir çay olsaydı, ne iyi olurdu der içinden”. Seslenir garsona, "iki çay, biri fincanda olsun". Sonra mutfağın kapalı olduğu gelir aklına. Küçük küçük keser peyniri, domatesi, salatalığı. Sonra küçük reçel kavanozlarının kapaklarını açar, daha önce haşladığı yumurtaları tabağa koyar, halka halka keser, azıcık karabiber serper üstüne, aslında pul biber koyacaktır ama beklediği sevmez acıyı. Zeytini koyar plastik tabağa, kekik eker üstüne, biraz da zeytinyağı döker üzerine. Simitçiyi duyar aniden. "çıtır çıtır simit" diye bağırmakta. Bakınır etrafına, göremez. Oysa geldiğinde simitte olsaydı der içinden. Mutfağın arka kapısı sallanır gibi gelir ona. Gider yoklar kapıyı, adam haklı, unutmuşlar kilitlemeyi. Hemen etrafı karıştırır, bir önceki mevsimden kalan çay kutusunu bulur. Yakar ocağı, bekler çayın demlenmesini. Kuşlar konmuş masaya, bizden önce tadına bakıyorlar kahvaltılıkların. Seyreder onları, bir kedi gelir kokuya, bir de yavru bir köpek. Kuşlar oralı değil, belli ki çok açlar. Kedi ve köpek sıralarını beklerken, kuşlar havalanır. Dönerler gökyüzünde çılgınca. "bir kuş olsaydım" der kendi kendine. Bir fincan ve bir ince belli bardakla döner masaya, kedi "gelmeyecek" der, nankörce, köpek "gelecek" der umutla. Düşünür adam, papatya olsaydı, bakacaktı falına; gelecek, gelmeyecek, gelecek, gel... "fal işte" der, sanki yapraklarını tek, tek kopartırcasına. Bir kaç yaprak düşer masaya, sarının, kırmızının bir kaç tonunda. "keşke yeşil olsalardı" der, umudunun tükenmişliğinde. Bekler, bekler, bekler. Hazan mevsimi işte neden gelsin ki. Çayı da soğumuştu, oysa gelseydi de, sıcacık çaydan bir kaç yudum alıp içi ısınsaydı. Bekler adam son bir umutla. Çay da artık buz gibi olmuş. Tekrar etrafına bakar, ne gelen var, ne de giden. Çöpçü çarpar gözüne, çalı süpürgesini bir sağa, bir sola savurmakta. Yerde ne bir yaprak kalmış, ne de bir çöp. Kalan sadece havada milyonlarca uçuşan toz zerrecikleri. Toz duman olmuş etraf, görünmez ardında hiçbir şey. Keyfi kaçmış, bir lokma bile koyamamış ağzına. Kalkar. Masa bir kediyle, bir köpeğe emanettir artık. "çayın soğudu" der, en kısık sesiyle. Ve kalkar masadan ve gider toz bulutlarının içine, ardında sen varsın diye.
O güzel, pastırma yazı dediğimiz mevsiminin sıcak çarşamba gününde,  kalemimden dökülen bu satırlar da, ne kadar kalabalıklarsa da, ben o kadar tek başımaydım. Etrafıma baktığımda yalnızlığımı paylaştığım Burhaniyelilerin, sevinçli bir telaş içinde olabilecekleri hiç bir nedenleri yoktu…








































Ömer L.Bakan
251020130048


Ogününbanakalantortularından;şansbuolsagerek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder