19 Temmuz 2014 Cumartesi

"O GECE"


Uyanır uyanmaz, gözleri tavandaki siyah, küçük bir noktaya takılmıştı. Daha önce hiç fark etmediği küçücük siyah bir noktaydı. Ne zaman uyumuştu; uyandığında saatin kaç olduğunun farkında değildi. O siyah nokta ne zamandan beridir oradaydı, onu da bilmiyordu. Yıllardır uyandığı bu oda da şimdi huzursuz uyanmıştı da ondan mı fark etmişti, o siyah noktayı. Her uyandığı gün, yanında olmayan adamın varlığı belki de o noktayı fark etmesini engellemişti. Oysa yine onsuz uyandığı bu sabah fark ettiği tek şey sadece küçücük siyah bir nokta. Aslında yatakta biraz daha tembellik yapmak istiyordu, bedeni kalkma diyordu. Dün gece yaşadıkları onu engelliyor, biran önce kalkmasının gerekliliğinin farkına vardırıyordu. Gözlerini sıkıca kapadı; bembeyaz ışığın parlaklığında, bilinçsizce uçuşan milyonlarca küçük siyah noktalar, bir oraya, bir buraya sürekli hareket ediyor, başını döndürüyordu. Çok rahatsız oldu, hemen gözlerini açtı; ortalık gri bir renge boyandı. Kalın, ışık geçirmez perdenin aralığından süzülen, sert ince ışık huzmesi, gözlerini daha da rahatsız etti. Işığın güçlülüğüne bakılırsa, hayli zaman geçtiğini anladı. Yatak odası batıya baktığından, güneş direk olarak perdenin aralığından içeriye dalıyordu. Saatin kaç olduğunu tahmin etmekten gecikmedi. Saat üçü geçmişti. Fırlarcasına kalkmak istedi, kalkamadı; gözleri karardı. Biraz dinlendi, yavaşça kalkmaya çalıştı. Küçük çıplak ayaklarıyla yere bastığında, önce dizleri titredi, sonra kasıklarındaki şiddetli ağrı kendini belli etmeye başladı. Adım atmakta zorlanıyor, başı hafiften dönüyordu. Perdeyi açmak istedi, zorlandığını fark etti, vaz geçti. Komodin üzerindeki gece lambasını yaktı. O anda, önce bedeninin tamamen çıplak olduğunu anlamış, gözleri kollarında ve bacaklarındaki morluklara takılmıştı. Yavaşça aynaya doğru yöneldi ve dehşetle yüzündeki şişlikleri seyretti. Sarı saçlarının bir bölümü kurumuş kanın siyaha çalan rengini almış, burnundan sızan kan yolunu bulmuş, dolgun dudaklarının kenarından boynuna doğru uzamış ve kurumuştu. Gözlerinin içine baktığında, birden bire olanları hatırlamış paniğe kapılmıştı. Banyodan, yatak odasına nasıl gelmiş, hatırlamaya çalışıyordu. Hatırlayamadı. Dikkatini toplayarak düşündü: Fısıldar bir sesle “Levent” diyebildi. Hemen Semayı aramalıydı. Üzerine bir şey giymek aklına bile gelmedi. 


O güzel vücudu ne hale gelmişti. Telefonunu aramaya koyuldu, bulamadı. Yatak odasından dışarıya çıkmakta istemedi. Levent hâlâ içerideyse, diye düşündü. Bir an önce Semayı bulmalıydı. Ürkerek salona doğru ilerledi. Kasıklarının acısına bir de anüsünün acısı kendini göstermişti; o acıya dayanamadı. Ayaklarını sürüyerek adım atıyor, acılarına katlanmaya çalışıyordu. Salon tanınmaz halde dağınık; neler olmuştu, hatırlamaya çalıştı. Gözlerini kapadı, Levent’in çıldırmış gibi bakan gözlerini gördü. Ürperdi. Hemen gözlerini açtı. Etrafına bakındı, yerde o gece giydiği çok derin yırtmaçlı kırmızı seksi elbisesi, aynı renkteki G-string külotu parçalanmış, yüksek ince topuklu, burnu açık kırmızı ayakkabısının biri ters dönmüş, diğeri ortalıkta görünmüyordu. Çalışma odasına yöneliyor, kapı aralık, orası yerli yerinde, demek ki o odaya girmemişler. Asla olanları bir araya getiremiyor. “Sema nerelerdesin, ihtiyacım var sana” diyor, aklından geçirerek, sessizce. Bırakıyor kendini; yığılırcasına, parkenin soğuk yüzü bedenini sarmalıyor.  Ürperiyor ama kalkabilecek gücü kendinde bulamıyor. Gözlerini kapatıyor, ağırlık bedenini ele geçiriyor, bilincini yitiriyor. Kapının acı acı çalan zil sesi kafasının içinde yankılanıyor. Gözlerini araladığında, karanlıkla karşılaşıyor, sadece banyodan ve mutfaktan sızan sarı ışığın aydınlatabildiği kadar aydınlattığı çalışma odasında yerde yattığını fark ediyor. Kalkmaya çalışıyor, yine başının dönmesi, ağrıları onu engelliyor. “Filiz” diye seslenen Semanın sesi, belli belirsiz kulağına geliyor. Tüm gücünü toplayıp adeta sürünürcesine daire kapısına gidiyor. “Sema” diye avazı çıktığınca bağırıyor ama bu bağırmayı Sema duyamıyor bile. Filiz, sessiz çığlığının gücünün farkında değil. Kapıyı güç bela açıyor. Sema’nın hayretle kendisine bakan, fal taşı gibi açılmış gözlerinin, bedeninin her yerinde gezindiğini hissediyor. Kendini Sema’nın kollarına bırakıyor. Sema hemen içeriye doğru hamle yapıyor, kollarıyla Filiz’in bedenini sarmalıyor, topuğuyla kapıyı itip kapatıyor. “Aman Allah’ım” diye defalarca bağırıyor, salona doğru yöneliyorlar. Üçlü koltuğa Filiz’i yatırıp, neredeyse paramparça olmuş kırmızı elbiseyle üstünü örtüyor. İkisi de ağlamaya başlıyor. “Nerede o hayvan herif” diyor. “Bilmiyorum” diye yanıtlıyor Filiz. “Orospu çocuğu” diye bağırıyor Sema. “Senin telefonun kapalı, onunki de cevap vermiyor” diyor.



-Ne oldu? Çabuk anlat.
-Hatırlamıyorum.
-Hatırlamaya çalış.
- …
-Ben polis çağırıyorum.
-Dur bekle, çağırma.
-Ama …?
-Bekle dedim. Dediğinde gözleri uzaklara dalıyor.
-Kahve, diyor Sema, hemen mutfağa gidiyor. Mutfağın halini gördüğünde “Aman Allah’ım” diye tekrar bağırıyor, “Neler oldu dün gece?” diye sesleniyor.
-Bilmiyorum Sema, bilmiyorum?
Sema, kocaman iki kupa, sert kahve ile salona geri dönüyor. “Üstüne bir şeyler bulayım” diyor, yatak odasına yöneliyor. Bol bir T-shirt ile geri dönüyor, Filiz’e giydiriyor. Sırtına iki yastık koyarak, kahveyi eline tutuşturuyor. Kahvenin kokusu, sıcaklığı ve sert tadı, Filiz’in tüm bedenini eline geçiriyor, gevşemesini sağlıyor. Gözlerini kapatıp büyük bir yudum alıyor. Bir daha alıyor. Sema sabırla bekliyor. “Dur ben senin hatırlamana yardımcı olayım” diyor, anlatmaya başlıyor.
“Dün gece, Adnanların evinde toplandık. Çok kalabalık yoktu ama yine de çoktuk. Adnan işte bilirsin, sürpriz yapmayı sever. Yemekte alkol aldık. Neredeyse hepimiz yemek bitmeden sarhoş olmuştuk bile. Sen şuh kahkahalar atıp ilgiyi üstünde topluyordun. Olur, olmadık şeyler gülüyor, ardı ardına içiyordun. Hoş hepimiz de en az senin kadar içmiştik ama sen hepimizden önce kafayı bulmuştun. Yemek bitip sofra toplandığında “Adnan daha ne içeceğiz, hepsi bu kadar mı canişkom” dediğinde Adnan elinde bir şişe tekila ile çoktan içeri girmiş, şişeyi sana doğru uzatıyordu bile. Bardaklar doldu, ikişer shot attık. Artık hiç birimiz sanki kendimizde değildik. Edepsizce konuşup, gülüşüyorduk. Bir ara sen ayağa kalktın. Müziksiz ama çok seksi bir şekilde dans etmeye başladın, kimse seni oturmaya razı edemiyordu. Herkes şaşkın ama büyük bir beğeni ile seni seyrediyor, sen derin yırtmacının ardında önce bacaklarını, sonra külotunun yarım yamalak örttüğü yerlerini cömertçe sergiliyordun. Eminim ki sadece erkekler değil, biz kadınlar da tahrik olmuştuk. Ne yalan söyleyeyim benim de her yanımı ateş basmıştı.” Gözleri kapalı, burnunu kahve kupasına yaklaştırmış, kahvenin kokusunu içine çeken Filiz, Sema’yı sessizce dinliyordu. Şimdi her şeyi yavaş yavaş hatırlamaya başlamış, gözlerinde pişmanlığını açığa vurmuştu. Kim bilir bundan sonra hayatı nasıl değişecekti. Gözlerini kapadı, Sema’yı dinlemeye devam etti. Sema anlattıkça sesi titremeye başlamıştı. Gecenin, hiç görmeyi istemediği, bir daha hiç olmasını arzulamadığı yere gelmişti. Gözleri dolmuş, sesi çatallaşmıştı. “Hangi ara Levent’le ilgilendin, farkında değildim. Levent’in önüne gelip ayağını baldırını üstüne koydun, kravatından tutup, çekip kaldırdın. Bedenini Levent’e dayayıp, ne dinlediğini bilmediğimiz müziğin ağır ritminle dans etmeye başladınız. Levent’i bilmem mi, hemen tahrik oldu. Kendini nasıl saklayacağını bilemedi. Ben, “yeter artık Filiz, adamı rahat bırak,” dedim, beni ittin. Seni de iyi tanırdım, Levent, kabarmış önüne aldırmadan, seni boynundan öpüp, yerine oturdu. O andan itibaren, alkolden kan çanağına dönmüş gözlerini senden ayıramıyordu, ben bu durumdan hayli rahatsız olmuş, dudaklarımı kemiriyordum. Levent’i ve seni birçok kez ikaz etmeme rağmen, flört etmeye herkesin gözü önünde devam ettiniz. Çok kızmıştım. O esnada Adnan, “hadi bakalım, biraz daha kafayı bulalım” diyerek, elinde tepsi, içerisinde esrarlı sigaralarla salona girdi. Artık olan olmuş, kimsenin sesi çıkmıyordu. Ardı ardına sigaralar yakıldı, içildi, her taraf duman içinde kalmış, her şey flu, herkesin zihni durmuş, hareketler ağırlaşmış, kelimeler ağızdan çıkmaz olmuştu.” Filiz, büyük bir yudum kahve alarak, dinlemeye devam ediyor, Sema’nın yüzüne bakamıyordu. Keşke o gece yaşanmasaydı da, ilkokul birinci sınıftan beri hiç ayrılmadığı arkadaşından bunları dinlemeseydi. İçinden “Sus artık.” diyordu ama gecenin devamını da merak ediyor du. “Sonra?” dedi, kısık sesiyle, kasıkları, anüsü daha da acımaya başlamıştı. Acaba bu tecavüzü hak etmiş miydi? Yok canım daha neler artık, hangi kadın tecavüzü hak eder ki. Sanki düşüncelerini anlamış gibi bakıyordu Sema’ya, acıyordu ona, gözleri acır gibi bakıyordu. Öyle hissetti Filiz, belki de işine öyle geliyordu. Sema devam etti. “O sigaralar, hepimizin kırılma noktası oldu her halde veya bana öyle geldi. Sızmıştık. Her birimiz bir köşede. Kendime geldiğimde, seni yine Levent’in kucağında gördüm. O an ikinizi de öldürmek istedim. Biri kocam, diğeri en iyi arkadaşım, yıllardan beri hiç ayrılmadığım, hiç kavga etmediğim, her şeyimi paylaştığım, sırdaşım, sen. Yeter artık, diye bağırarak ikinizi de kaldırdım, hadi gidiyoruz, dedim. Üçümüz arabaya bindik, sen kendini arka koltuğa attın ve sızdın. Ben kuduruyordum, bu yaşananlar kâbus olmalı. Ah Adnan, geceyi ne hale getirdin, ne gerek vardı bu kadar limitlerimizi zorlamaya. Yol boyunca Levent’le kavga ettim. Ben çıldırmış gibi bağırıyor, o hep susuyordu. Bir ara Levent bana dönerek, “Filizim, önce seni bırakayım sen yat, çok geç oldu. Sonra Sema’yı bırakır, hemen dönerim, anahtarım var sen rahatına bak.” Dedi ve beni bırakıp gittiniz. Benim bildiğim bu kadar. Sonra ikinize de ulaşamayınca, sana gelmeye karar verdim. Seni bu halde buldum.” Gözlerinden yaş süzülen Filiz, Sema’yı sessizce dinlemişti. Uzun süre de sessiz kaldı ve sonra anlatmaya başladı.
“Gözlerimi açtığımda, Levent’in kucağında eve doğru ilerliyorduk, kapını önüne geldiğimizde beni kucağından indirdi. Çantamdan anahtarımı bulmaya çalışıyordum. Elleri bedenimde gezinmeye başladı. Tahrik olmuştum. Daha içeriye girmeden, külotum ayak bileklerime kadar inmiş, elleri göğüslerimde dolaşıyor, sertliğini kalçalarımda hissediyordum. Zor bela kapıyı açmış, külotumun izin verdiği küçük adımlarla içeriye kendimi zor attım. Hoyratça davranmaya başladı, hem korkuyor hem de sevişmek istiyordum. İlkini salonda yaptık. Ben hâlâ tatmin olmamış, Levent’i zorluyordum. Seni aramak istedi, benim kötü olduğumu söyleyecek, yalnız bırakamayacağını bildirecekti, telefonu arabada kalmış, benim ki de çantada yok, ben de herhalde Adnanlarda unutmuşum. Arayamadı seni. İyice sinirlenmişti, saçımdan çekip beni yerden kaldırdı, “sevişmek istiyorsun ha, yetmedi dimi” dedi, tokadı suratımda patladı. Afallamıştım ama bu tokat ben daha da azdırmıştı. Bir tokat ta ben ona attım. Elbisemin yakasından tutup parçalarcasına çekiştirdi. Artık ok yaydan çıkmıştı. Korktum elbisemi sıyırıp attım, mutfağa doğru koştum. Yakaladı beni, her yanımı okşuyor öpüyordu, çok sert davranıyor, kendime hâkim olamıyordum. Biraz önce boşalmış hemen sertleşemiyordu, bu onu daha da sinirlendirdi. Eline geçirdiği şarap şişesini içime soktu. Acıdan bayılmışım. Kendime geldiğimde onu çırılçıplak karşımda buldum. Bir tokat daha attı, beni banyoya doğru sürükledi. Onu iyi dinlememi uslu olmamı söyledi, çok korkuyordum. İçeri gidip ayakkabılarımı getirdi, giymemi emretti. İyice köpürmüş küvete girdi, beni de yanına çekti. Sevişmeye başladı ama ben karşılık vermiyordum, bu onu daha da kızdırdı. Saçlarımdan tutup, başımı fayanslara çarpıyor, bir yandan ağıza alınmayacak küfürler ediyordu. İyice tahrik olmuş, hayvan gibi saldırıyordu. Beni ters çevirip arkama geçti, gücüm tükenmiş artık karşı koyamıyordum. Bana bir kez daha arkamdan tecavüz etti, acısına dayanamıyor, ağlıyordum. Son bir hamle daha yaptığında ayağı kaydı sırtüstü küvetin içine düştü. Sonrasını git kendin gör.”



Sema, “Allah belanızı versin” diyerek, banyoya doğru hareketlendi. Kapıdan içeriye doğru başını uzattığında dondu kaldı. Kanın etkisiyle kırmızıya boyanmış suyun içinde Levent, sağ gözüne neredeyse dibine kadar batmış kırmızı ayakkabının topuğu, sağlam kalmış gözüyle cansız ama neye uğradığını şaşırmışçasına Sema’ya doğru bakıyordu. Sema, daha fazla midesinin baskısına dayanamayıp kusmaya başladı. Salona geri döndüğünde, Filiz’i kupada kalan son yudum kahvesini yudumlarken buldu. Arka cebinden telefonunu çıkartıp birkaç tuşa basıp, “Anne bize git, çocukları al, sizin eve götür” dedi. “Şimdi bir şey sorma, ne diyorsam onu yap, sonra anlatırım” deyip telefonu kapattı. Sonra bir kere daha telefonun dört tuşuna basar, bekler. “Polis memuru Memduh, nasıl yardımcı olabilirim” bir süre sessizlik olur. Sema, “En yakın arkadaşım kocamı öldürdü, adresi veriyorum” deyip, telefonu duvara fırlatıp, yere yığılıp kaldı.

ÖMER L.BAKAN
031220131923İST   


            


  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder