Uyanır uyanmaz, gözleri tavandaki
siyah, küçük bir noktaya takılmıştı. Daha önce hiç fark etmediği küçücük siyah
bir noktaydı. Ne zaman uyumuştu; uyandığında saatin kaç olduğunun farkında
değildi. O siyah nokta ne zamandan beridir oradaydı, onu da bilmiyordu.
Yıllardır uyandığı bu oda da şimdi huzursuz uyanmıştı da ondan mı fark etmişti,
o siyah noktayı. Her uyandığı gün, yanında olmayan adamın varlığı belki de o
noktayı fark etmesini engellemişti. Oysa yine onsuz uyandığı bu sabah fark
ettiği tek şey sadece küçücük siyah bir nokta. Aslında yatakta biraz daha
tembellik yapmak istiyordu, bedeni kalkma diyordu. Dün gece yaşadıkları onu
engelliyor, biran önce kalkmasının gerekliliğinin farkına vardırıyordu.
Gözlerini sıkıca kapadı; bembeyaz ışığın parlaklığında, bilinçsizce uçuşan
milyonlarca küçük siyah noktalar, bir oraya, bir buraya sürekli hareket ediyor,
başını döndürüyordu. Çok rahatsız oldu, hemen gözlerini açtı; ortalık gri bir
renge boyandı. Kalın, ışık geçirmez perdenin aralığından süzülen, sert ince
ışık huzmesi, gözlerini daha da rahatsız etti. Işığın güçlülüğüne bakılırsa,
hayli zaman geçtiğini anladı. Yatak odası batıya baktığından, güneş direk
olarak perdenin aralığından içeriye dalıyordu. Saatin kaç olduğunu tahmin
etmekten gecikmedi. Saat üçü geçmişti. Fırlarcasına kalkmak istedi, kalkamadı;
gözleri karardı. Biraz dinlendi, yavaşça kalkmaya çalıştı. Küçük çıplak
ayaklarıyla yere bastığında, önce dizleri titredi, sonra kasıklarındaki
şiddetli ağrı kendini belli etmeye başladı. Adım atmakta zorlanıyor, başı
hafiften dönüyordu. Perdeyi açmak istedi, zorlandığını fark etti, vaz geçti.
Komodin üzerindeki gece lambasını yaktı. O anda, önce bedeninin tamamen çıplak
olduğunu anlamış, gözleri kollarında ve bacaklarındaki morluklara takılmıştı.
Yavaşça aynaya doğru yöneldi ve dehşetle yüzündeki şişlikleri seyretti. Sarı
saçlarının bir bölümü kurumuş kanın siyaha çalan rengini almış, burnundan sızan
kan yolunu bulmuş, dolgun dudaklarının kenarından boynuna doğru uzamış ve
kurumuştu. Gözlerinin içine baktığında, birden bire olanları hatırlamış paniğe
kapılmıştı. Banyodan, yatak odasına nasıl gelmiş, hatırlamaya çalışıyordu.
Hatırlayamadı. Dikkatini toplayarak düşündü: Fısıldar bir sesle “Levent”
diyebildi. Hemen Semayı aramalıydı. Üzerine bir şey giymek aklına bile gelmedi.
O güzel vücudu ne hale gelmişti. Telefonunu aramaya koyuldu, bulamadı. Yatak
odasından dışarıya çıkmakta istemedi. Levent hâlâ içerideyse, diye düşündü. Bir
an önce Semayı bulmalıydı. Ürkerek salona doğru ilerledi. Kasıklarının acısına
bir de anüsünün acısı kendini göstermişti; o acıya dayanamadı. Ayaklarını
sürüyerek adım atıyor, acılarına katlanmaya çalışıyordu. Salon tanınmaz halde
dağınık; neler olmuştu, hatırlamaya çalıştı. Gözlerini kapadı, Levent’in
çıldırmış gibi bakan gözlerini gördü. Ürperdi. Hemen gözlerini açtı. Etrafına
bakındı, yerde o gece giydiği çok derin yırtmaçlı kırmızı seksi elbisesi, aynı
renkteki G-string külotu parçalanmış, yüksek ince topuklu, burnu açık kırmızı
ayakkabısının biri ters dönmüş, diğeri ortalıkta görünmüyordu. Çalışma odasına
yöneliyor, kapı aralık, orası yerli yerinde, demek ki o odaya girmemişler. Asla
olanları bir araya getiremiyor. “Sema nerelerdesin, ihtiyacım var sana” diyor,
aklından geçirerek, sessizce. Bırakıyor kendini; yığılırcasına, parkenin soğuk
yüzü bedenini sarmalıyor. Ürperiyor ama
kalkabilecek gücü kendinde bulamıyor. Gözlerini kapatıyor, ağırlık bedenini ele
geçiriyor, bilincini yitiriyor. Kapının acı acı çalan zil sesi kafasının içinde
yankılanıyor. Gözlerini araladığında, karanlıkla karşılaşıyor, sadece banyodan
ve mutfaktan sızan sarı ışığın aydınlatabildiği kadar aydınlattığı çalışma
odasında yerde yattığını fark ediyor. Kalkmaya çalışıyor, yine başının dönmesi,
ağrıları onu engelliyor. “Filiz” diye seslenen Semanın sesi, belli belirsiz
kulağına geliyor. Tüm gücünü toplayıp adeta sürünürcesine daire kapısına
gidiyor. “Sema” diye avazı çıktığınca bağırıyor ama bu bağırmayı Sema duyamıyor
bile. Filiz, sessiz çığlığının gücünün farkında değil. Kapıyı güç bela açıyor.
Sema’nın hayretle kendisine bakan, fal taşı gibi açılmış gözlerinin, bedeninin
her yerinde gezindiğini hissediyor. Kendini Sema’nın kollarına bırakıyor. Sema
hemen içeriye doğru hamle yapıyor, kollarıyla Filiz’in bedenini sarmalıyor,
topuğuyla kapıyı itip kapatıyor. “Aman Allah’ım” diye defalarca bağırıyor,
salona doğru yöneliyorlar. Üçlü koltuğa Filiz’i yatırıp, neredeyse paramparça
olmuş kırmızı elbiseyle üstünü örtüyor. İkisi de ağlamaya başlıyor. “Nerede o
hayvan herif” diyor. “Bilmiyorum” diye yanıtlıyor Filiz. “Orospu çocuğu” diye
bağırıyor Sema. “Senin telefonun kapalı, onunki de cevap vermiyor” diyor.
-Ne oldu? Çabuk anlat.
-Hatırlamıyorum.
-Hatırlamaya çalış.
- …
-Ben polis çağırıyorum.
-Dur bekle, çağırma.
-Ama …?
-Bekle dedim. Dediğinde gözleri
uzaklara dalıyor.
-Kahve, diyor Sema, hemen mutfağa
gidiyor. Mutfağın halini gördüğünde “Aman Allah’ım” diye tekrar bağırıyor,
“Neler oldu dün gece?” diye sesleniyor.
-Bilmiyorum Sema, bilmiyorum?
Sema, kocaman iki kupa, sert
kahve ile salona geri dönüyor. “Üstüne bir şeyler bulayım” diyor, yatak odasına
yöneliyor. Bol bir T-shirt ile geri dönüyor, Filiz’e giydiriyor. Sırtına iki
yastık koyarak, kahveyi eline tutuşturuyor. Kahvenin kokusu, sıcaklığı ve sert
tadı, Filiz’in tüm bedenini eline geçiriyor, gevşemesini sağlıyor. Gözlerini
kapatıp büyük bir yudum alıyor. Bir daha alıyor. Sema sabırla bekliyor. “Dur
ben senin hatırlamana yardımcı olayım” diyor, anlatmaya başlıyor.
“Dün gece, Adnanların evinde
toplandık. Çok kalabalık yoktu ama yine de çoktuk. Adnan işte bilirsin, sürpriz
yapmayı sever. Yemekte alkol aldık. Neredeyse hepimiz yemek bitmeden sarhoş
olmuştuk bile. Sen şuh kahkahalar atıp ilgiyi üstünde topluyordun. Olur,
olmadık şeyler gülüyor, ardı ardına içiyordun. Hoş hepimiz de en az senin kadar
içmiştik ama sen hepimizden önce kafayı bulmuştun. Yemek bitip sofra
toplandığında “Adnan daha ne içeceğiz, hepsi bu kadar mı canişkom” dediğinde
Adnan elinde bir şişe tekila ile çoktan içeri girmiş, şişeyi sana doğru uzatıyordu
bile. Bardaklar doldu, ikişer shot attık. Artık hiç birimiz sanki kendimizde
değildik. Edepsizce konuşup, gülüşüyorduk. Bir ara sen ayağa kalktın. Müziksiz
ama çok seksi bir şekilde dans etmeye başladın, kimse seni oturmaya razı
edemiyordu. Herkes şaşkın ama büyük bir beğeni ile seni seyrediyor, sen derin
yırtmacının ardında önce bacaklarını, sonra külotunun yarım yamalak örttüğü yerlerini
cömertçe sergiliyordun. Eminim ki sadece erkekler değil, biz kadınlar da tahrik
olmuştuk. Ne yalan söyleyeyim benim de her yanımı ateş basmıştı.” Gözleri
kapalı, burnunu kahve kupasına yaklaştırmış, kahvenin kokusunu içine çeken
Filiz, Sema’yı sessizce dinliyordu. Şimdi her şeyi yavaş yavaş hatırlamaya
başlamış, gözlerinde pişmanlığını açığa vurmuştu. Kim bilir bundan sonra hayatı
nasıl değişecekti. Gözlerini kapadı, Sema’yı dinlemeye devam etti. Sema
anlattıkça sesi titremeye başlamıştı. Gecenin, hiç görmeyi istemediği, bir daha
hiç olmasını arzulamadığı yere gelmişti. Gözleri dolmuş, sesi çatallaşmıştı.
“Hangi ara Levent’le ilgilendin, farkında değildim. Levent’in önüne gelip
ayağını baldırını üstüne koydun, kravatından tutup, çekip kaldırdın. Bedenini
Levent’e dayayıp, ne dinlediğini bilmediğimiz müziğin ağır ritminle dans etmeye
başladınız. Levent’i bilmem mi, hemen tahrik oldu. Kendini nasıl saklayacağını
bilemedi. Ben, “yeter artık Filiz, adamı rahat bırak,” dedim, beni ittin. Seni
de iyi tanırdım, Levent, kabarmış önüne aldırmadan, seni boynundan öpüp, yerine
oturdu. O andan itibaren, alkolden kan çanağına dönmüş gözlerini senden
ayıramıyordu, ben bu durumdan hayli rahatsız olmuş, dudaklarımı kemiriyordum.
Levent’i ve seni birçok kez ikaz etmeme rağmen, flört etmeye herkesin gözü
önünde devam ettiniz. Çok kızmıştım. O esnada Adnan, “hadi bakalım, biraz daha
kafayı bulalım” diyerek, elinde tepsi, içerisinde esrarlı sigaralarla salona
girdi. Artık olan olmuş, kimsenin sesi çıkmıyordu. Ardı ardına sigaralar
yakıldı, içildi, her taraf duman içinde kalmış, her şey flu, herkesin zihni
durmuş, hareketler ağırlaşmış, kelimeler ağızdan çıkmaz olmuştu.” Filiz, büyük
bir yudum kahve alarak, dinlemeye devam ediyor, Sema’nın yüzüne bakamıyordu.
Keşke o gece yaşanmasaydı da, ilkokul birinci sınıftan beri hiç ayrılmadığı
arkadaşından bunları dinlemeseydi. İçinden “Sus artık.” diyordu ama gecenin
devamını da merak ediyor du. “Sonra?” dedi, kısık sesiyle, kasıkları, anüsü
daha da acımaya başlamıştı. Acaba bu tecavüzü hak etmiş miydi? Yok canım daha
neler artık, hangi kadın tecavüzü hak eder ki. Sanki düşüncelerini anlamış gibi
bakıyordu Sema’ya, acıyordu ona, gözleri acır gibi bakıyordu. Öyle hissetti
Filiz, belki de işine öyle geliyordu. Sema devam etti. “O sigaralar, hepimizin
kırılma noktası oldu her halde veya bana öyle geldi. Sızmıştık. Her birimiz bir
köşede. Kendime geldiğimde, seni yine Levent’in kucağında gördüm. O an ikinizi
de öldürmek istedim. Biri kocam, diğeri en iyi arkadaşım, yıllardan beri hiç
ayrılmadığım, hiç kavga etmediğim, her şeyimi paylaştığım, sırdaşım, sen. Yeter
artık, diye bağırarak ikinizi de kaldırdım, hadi gidiyoruz, dedim. Üçümüz
arabaya bindik, sen kendini arka koltuğa attın ve sızdın. Ben kuduruyordum, bu
yaşananlar kâbus olmalı. Ah Adnan, geceyi ne hale getirdin, ne gerek vardı bu
kadar limitlerimizi zorlamaya. Yol boyunca Levent’le kavga ettim. Ben çıldırmış
gibi bağırıyor, o hep susuyordu. Bir ara Levent bana dönerek, “Filizim, önce
seni bırakayım sen yat, çok geç oldu. Sonra Sema’yı bırakır, hemen dönerim,
anahtarım var sen rahatına bak.” Dedi ve beni bırakıp gittiniz. Benim bildiğim
bu kadar. Sonra ikinize de ulaşamayınca, sana gelmeye karar verdim. Seni bu
halde buldum.” Gözlerinden yaş süzülen Filiz, Sema’yı sessizce dinlemişti. Uzun
süre de sessiz kaldı ve sonra anlatmaya başladı.
“Gözlerimi açtığımda, Levent’in
kucağında eve doğru ilerliyorduk, kapını önüne geldiğimizde beni kucağından
indirdi. Çantamdan anahtarımı bulmaya çalışıyordum. Elleri bedenimde gezinmeye
başladı. Tahrik olmuştum. Daha içeriye girmeden, külotum ayak bileklerime kadar
inmiş, elleri göğüslerimde dolaşıyor, sertliğini kalçalarımda hissediyordum.
Zor bela kapıyı açmış, külotumun izin verdiği küçük adımlarla içeriye kendimi
zor attım. Hoyratça davranmaya başladı, hem korkuyor hem de sevişmek
istiyordum. İlkini salonda yaptık. Ben hâlâ tatmin olmamış, Levent’i
zorluyordum. Seni aramak istedi, benim kötü olduğumu söyleyecek, yalnız
bırakamayacağını bildirecekti, telefonu arabada kalmış, benim ki de çantada
yok, ben de herhalde Adnanlarda unutmuşum. Arayamadı seni. İyice sinirlenmişti,
saçımdan çekip beni yerden kaldırdı, “sevişmek istiyorsun ha, yetmedi dimi”
dedi, tokadı suratımda patladı. Afallamıştım ama bu tokat ben daha da
azdırmıştı. Bir tokat ta ben ona attım. Elbisemin yakasından tutup
parçalarcasına çekiştirdi. Artık ok yaydan çıkmıştı. Korktum elbisemi sıyırıp
attım, mutfağa doğru koştum. Yakaladı beni, her yanımı okşuyor öpüyordu, çok
sert davranıyor, kendime hâkim olamıyordum. Biraz önce boşalmış hemen
sertleşemiyordu, bu onu daha da sinirlendirdi. Eline geçirdiği şarap şişesini
içime soktu. Acıdan bayılmışım. Kendime geldiğimde onu çırılçıplak karşımda
buldum. Bir tokat daha attı, beni banyoya doğru sürükledi. Onu iyi dinlememi
uslu olmamı söyledi, çok korkuyordum. İçeri gidip ayakkabılarımı getirdi,
giymemi emretti. İyice köpürmüş küvete girdi, beni de yanına çekti. Sevişmeye
başladı ama ben karşılık vermiyordum, bu onu daha da kızdırdı. Saçlarımdan
tutup, başımı fayanslara çarpıyor, bir yandan ağıza alınmayacak küfürler
ediyordu. İyice tahrik olmuş, hayvan gibi saldırıyordu. Beni ters çevirip
arkama geçti, gücüm tükenmiş artık karşı koyamıyordum. Bana bir kez daha arkamdan
tecavüz etti, acısına dayanamıyor, ağlıyordum. Son bir hamle daha yaptığında
ayağı kaydı sırtüstü küvetin içine düştü. Sonrasını git kendin gör.”
Sema, “Allah belanızı versin”
diyerek, banyoya doğru hareketlendi. Kapıdan içeriye doğru başını uzattığında
dondu kaldı. Kanın etkisiyle kırmızıya boyanmış suyun içinde Levent, sağ gözüne
neredeyse dibine kadar batmış kırmızı ayakkabının topuğu, sağlam kalmış gözüyle
cansız ama neye uğradığını şaşırmışçasına Sema’ya doğru bakıyordu. Sema, daha
fazla midesinin baskısına dayanamayıp kusmaya başladı. Salona geri döndüğünde,
Filiz’i kupada kalan son yudum kahvesini yudumlarken buldu. Arka cebinden
telefonunu çıkartıp birkaç tuşa basıp, “Anne bize git, çocukları al, sizin eve
götür” dedi. “Şimdi bir şey sorma, ne diyorsam onu yap, sonra anlatırım” deyip
telefonu kapattı. Sonra bir kere daha telefonun dört tuşuna basar, bekler.
“Polis memuru Memduh, nasıl yardımcı olabilirim” bir süre sessizlik olur. Sema,
“En yakın arkadaşım kocamı öldürdü, adresi veriyorum” deyip, telefonu duvara
fırlatıp, yere yığılıp kaldı.
ÖMER L.BAKAN
031220131923İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder