19 Temmuz 2014 Cumartesi

MEKTUP



                O bir dost, henüz yüzünü görmediğim; bir sahil kasabasına gitti. Şanslı… Hak ettiğini alıyor. Bence burada ‘şanslı’ benzetmesini yapmak, O’na son derece haksızlık olur. Sevgili dostum, ben gittiğin kasabada inanılmaz üretimler yapacağına inanıyorum. Bizler, yaşını başını almış insanlar olarak, belki de bir kültür eleğinden geçtik. Çok zor günler geçirsek de bu ülkede, hak ettiğimiz yere ulaşmamıza birkaç adım kaldı. Sen de ben de bu adımları sağlam atmak zorundayız. Benim gibi bir ihtiyarın sözlerini dinler ve uygularsan, farklı bir yaşam içinde üretimin ne denli keyifli olduğunu, yeni tasarımlarının düşüncelerinin doğrultusunda gerçekleştiğini, bedeninin ve ruhunun nasıl huzura kavuştuğunu gözlemleyeceksin.
                Senin de dediğin gibi kasaba da bir …… evinde yaşayacaksın. Kapıyı açıp içeriye girdiğinde, orası tamamen sana ait bir yer olsun. Canın nasıl istiyorsa orada, o mekânda öyle davran. İstersen sıkı sıkı giyin dolaş içeride, istersen pazen pijamalarını giy dolaş veya tamamen doğduğun gibi ol. Ama sen, sen ol. Üreteceğin her eserin, senin düşüncelerinin uzantısı, kült fenomenler olsun. Olsun ki, sen sen gibi üretmenin huzurunu yaşa.  Mesela… Evinde elektrikli aydınlatma araçları kullanma. Gündüzü gündüz, geceyi gece gibi yaşa. Hava kararmaya yüz tuttuğunda, mum veya benzeri araçlarla mekânını aydınlat. Loş ışıkta yemeğini ye, müziğini dinle. Erken yat, erken kalk. Sahile in yürü, ciğerlerini temiz hava ile doldur. Balığını, sebzeni al ve kahvaltı için evine dön. Muhtemelen saat henüz sekiz olmuştur. Kahvaltını yap, sabahın ilk ışıklarını kemiklerine işlercesine içine hapset. Otur ışık alan masana ve aklından ne geçiyorsa çiz, çiz, çiz… Bunlar senin hayallerin olsun. Çünkü hayaller geleceğin senaryolarıdır. Öğlen hafif bir yürüyüş yap tabii bu yazın başlangıcına kadar. Yaz güneşi bu eyleme elverişli olmaz. Yazın başlangıcında, sıcak öğlen saatlerinde siesta yap. Ama bahar başka… İnsanın kanının, kaynama noktasının en üst düzeylerine ulaştığı günler. İlkbahardan bahsediyorum tabii. Sonbaharda oralarda olamayacağına göre, ‘aşk’ ile işin olmayacağı kanaatindeyim. Çünkü aşk sonbaharda başka olur. Yaz aşkları ne sana uyar ne de bana. Öğleden sonra sana bir sohbetimde söylediğim gibi, iskeleti maviye boyalı, kumaşı boydan boya lacivert-mavi-beyaz çizgilerle bezeli, eski tip şezlonguna uzan ve kitabını oku. Başında mutlaka hasır şapkan, şapkanın mutlaka kalın fuşya kurdelesi ve sol kenarında kurdeleye sıkıştırılmış, bahar sonu- yaz başlangıcı meyvesi olan kiraz olsun. Kiraz… Kiraz öyle bir gün aralıklarıyla oluşur ki ve tadıyla hala damağımızda. Şair buna: “Kiraz mevsimi sevişme mevsimidir.” demiştir.
,



Şimdi Sevişme Vakti

Çıplak heykeller yapmalıyım.
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önümden geçen aksakallı kasketli;
Yırtık mintanından adaleleri gözüken
Dilenci, sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım, resimlerden…
Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek.
Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe,
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin.
Söylemeliyim,
Yok yok… Meydanlarda bağırmalıyım.
Bu küçük güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.
Resimler seyrettirmeli, şiirler okutturmalıyım
Baygınlık getiren şiirler
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hala o eski, o yalancı
O biçimsiz Bizans şarkısı.
Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu…
Bir kere duyursam hele güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam
Boşa geçirdiğim, bağırmadığım sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa Karacaoğlan’dan, Orhan Veli’den, Yunus’tan, Yunus’tan…

Sait Faik ABASIYANIK


                Senin oralarda sevişmeyeceğini, sevişemeyeceğini biliyorum. Aldırma sen, işinle ürettiklerinle seviş. Bu bedensel rahatlama olmasa da ruhsal rahatlamadır. Bu da haz verir. Sanat hazzı öyle bir hazdır ki, ileride pişman olacağın ilişkinin vereceği hazdan bin katı daha doyumludur. Sahilde başın yukarıda, elin şapkanın üzerinde, gözlerin ufuk çizgisinde, kısa süreli gittiğin kasabanın beton yollarında yürüyeceksin. Kendine bir yer seç o sahilde. Her gün uğra oraya. Yanında mutlaka ekmek olsun. Seni gören küçücük balıklar, sana önce hoş geldin diyecekler, sonra da teşekkür edecekler. Çünkü sen küçük küçük didiklediğin ekmek parçalarını onlara attığında, onlar senin elinden beslenmenin tadına varacak, her gün adını anacak ve geleceğin saati heyecanla bekleyerek, aynı günleri seninle paylaşacaklardır. Biliyorum, bir gün oradan ayrılıp yaşadığın şehre döneceksin. Ama dönmeden bir gün önce, yarın ve daha sonrasında orada olamayacağını onlara mutlaka söyle. O günden sonra seni boşuna beklemesinler. Çok üzülürler habersiz gittiğine…
                Dön evine çayını iç. Çizimlerine, tasarımlarına devam et. Hava kararsın ve mum ışığında akşam yemeğini iki kadeh şarap eşliğinde ye. Bu böyle devam edecek ve günlerin ritüele dönüşecek. Sonrasında da sayılı günler çabuk bitecek. Döndüğünde başka bir sen göreceğiz. Birçok artıyı kendisine yüklemiş sen… Sen huzurlu… Sen mutlu… Sen, sen daha başka… Bir gün seninle yiyeceğiz, verdiğimiz balık siparişi masamıza geldiğinde. Gülümseyen kocaman gözleri ile ağzından şu sözler dökülecek balığın:
“Biliyor musun beni beslediğin günlerde, her gün o anlamlı gözlerinle baktığın suyun derinliklerinde, bana attığın her ekmek parçasını büyük bir keyifle yedim. Gözlerinde çözümleyemediğim anlam ve derinlikler vardı. Göremedim… Gözlerinin içindeki parıltının ardındaki karanlık derinliğe girebilseydim, belki anlardım seni. Ama şimdi, tabağında bir akşam yemeği için sunulmuş bir tadım. İçtiğin suyun içinde yüzeceğim. Hazmettiğinde kanında olacağım. İşte ben o zaman ölümsüz olacağım. Dolaştığım her damarında seni daha iyi özümseyip, içinde ölümsüz olacağım. Yaşadığın her gün, sorduğun her sorunun cevabını gece rüyalarında sana anlatacağım. Verdiğin her lokmanın hakkını sana ödemeye çalışsam da bunu başaramayacağıma eminim. Beni denizden yakalayıp taa oralara getirdiklerinde, pişirip tabağına sunduklarında, çatal batırıp bıçağınla kestiğinde, küçük ağzınla beni sindire sindire yediğinde ve yuttuğunda ben ölmedim. Ben hala senin damarlarında küçük bir balık olarak yaşayacağım. Ben ne zaman öleceğim biliyor musun besleyenim? Sen öldüğünde…
                                                                                              ……..aracılığıyla, sana……

1 yorum:

  1. Ölüm diye bir şey yoktur aslında,eğer ölümü yok oluş olarak algılarsak.Sesler ve ışıkların oluşturduğu dalgalar uzayda yayılmaya devam eder ve hiç bir zaman kaybolmaz.Eğer bir gün bilim uzaydaki ses ışık dalgalarını ayrıştırıp çözebilirse işte o zaman bedenimizden çıkan bu dalgaların hala yaşamaya devam ettiğine şahit olacağız.Ürettikçe yaşama daha çok şey katmaya devam.Selam ve saygılarımla Ömer hocam...

    YanıtlaSil