İki günün, biriken tortularıyla uyandık: Ağzımızda elma kokusuyla.
Tembeldik; bedenlerimiz yorgun bir o kadar da mecburduk birbirimize. “kahve
içer misin” diye sorarken, çoktan aşağıya inmiştin bile. Kahve kokusuyla geldin
yatağa, kendimize gelmenin en kısa yoluydu; sade kahve ve küçük drajeler ve
yanında sade soda. Miskindik. Geceyi anlattık birbirimize ve dışarıya çıkmamaya
karar verdik. Ne yapacaksak evde yapacaktık. Ne kadar zaman geçti yatakta
hatırlamadık sonrasında. Geceden kalan çıplaklığımızla indik aşağıya; o kadar
rahattık ki birbirimize, bu ilk defa oluyordu. Hatta perdelerin açıklığı bile
bizi rahatsız etmiyordu, yine de tülleri örttük, mahremiyetimizi sakladık,
kaldırımdan gelen geçene. Klasik kahvaltı, sohbet, birbirimizi kışkırtmalar
geldi ardı ardına. Akşamı bekliyorduk ikimizde; bu gece neler yaşanacağını
bilmeden. Saatten habersiz, oynaştık, konuştuk, seviştik. Sanki bir yerlere
yetişecekmişçesine; alelacele, kim bilir kaç kez. Haydi, Abbas şiiri geldi
aklıma ve okumaya başladım.
Haydi, Abbas vakit tamam;
Akşam diyordun, işte oldu akşam
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce;
Bas kırbacı sihirli seccadeye.
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git.
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi baştan.
Hemen anlamıştın ne istediğimi, hınzırca gülümseyerek, mutfağa doğru hareketlendin:
“Dur” dedim, “Abbas’ın hikâyesini anlatayım sana” ve anlatmaya başladım.
Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak
yapmak üzere birliğine gider. O yıllarda yedek subay sayısı az olduğundan her
yedek subaya emir eri verilmektedir. Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından
künye defterini ister. Sırayla isimlere bakmaktadır bir isim dikkatini çeker.
Abbas oğlu Abbas... Sakat çolak eli
yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas... Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister. Öğle
saatlerinde kapı aralanır. Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp,
-Abbas oğlu Abbas, emret komutanım! Der.
Aralarında söyle bir konuşma geçer.
-Nerelisin?
-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan
-Sen benim emir erim olur musun, Abbas?
-Sen bilir komutan!
Askere eşyalarını toplamasını söyler ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister. Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından etkilenir. Abbas her sabah erkenden kalkar, Cahit Sıtkı ' ya kahvaltı hazırlar. Öğle yemeğini sormadan hazırlar, tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir. Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı'nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar.
Akşamları olunca Cahit Sıtkı'nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı. Bazı zaman aralıklarında karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder.
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları güçlenir. Böyle bir keyif gecesi akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar;
-Sen İstanbul ' u bilir misin Abbas?
-Bilir komutanım.
-Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
-Bilir komutan! Ben orda acemi birlikteydim. .
-Orda benim bir sevgilim var. Sen kaçırıp onu bana getirir misin?
-Elbet komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş tıraş olmuş hazırlanmış. Cahit Sıtkı sorar;
-Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
-Ben İstanbul’a gidecek komutan!
-Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
-Sen söyledi bana, ben gidecek sana sevgiliyi getirecek!
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı. Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır.
Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas’ı karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kâğıda döker!
-Abbas oğlu Abbas, emret komutanım! Der.
Aralarında söyle bir konuşma geçer.
-Nerelisin?
-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan
-Sen benim emir erim olur musun, Abbas?
-Sen bilir komutan!
Askere eşyalarını toplamasını söyler ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister. Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından etkilenir. Abbas her sabah erkenden kalkar, Cahit Sıtkı ' ya kahvaltı hazırlar. Öğle yemeğini sormadan hazırlar, tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir. Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı'nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar.
Akşamları olunca Cahit Sıtkı'nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı. Bazı zaman aralıklarında karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder.
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları güçlenir. Böyle bir keyif gecesi akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar;
-Sen İstanbul ' u bilir misin Abbas?
-Bilir komutanım.
-Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
-Bilir komutan! Ben orda acemi birlikteydim. .
-Orda benim bir sevgilim var. Sen kaçırıp onu bana getirir misin?
-Elbet komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki. Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş tıraş olmuş hazırlanmış. Cahit Sıtkı sorar;
-Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
-Ben İstanbul’a gidecek komutan!
-Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
-Sen söyledi bana, ben gidecek sana sevgiliyi getirecek!
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı. Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır.
Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas’ı karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kâğıda döker!
Demin benim sana okuduğum şiir, hikâyesi böyle
tatlım. Gülümsedin ve çilingir soframızı hazırlamaya gittin. Ardından bakarken “sen kimsin?” diye geçirdim
içimden. Bir önceki gelişime kadar ki sen mi(?) yoksa her şeyin itiraf
edildiği, duvarlarının yıkıldığı, gerçek sen’in ortaya çıktığı o geceden
sonraki “sen” mi? Söyle bana sen hangi ‘sen’ sin. Ben isterim ki yeni-sen ol.
Ve oldun da. Kendime sıkı bir duble koydum, senin çilingiri hazırlamanı
bekledim. Ne kadar da uzun sürdü, çilingirimizi hazırlaman ve ya ben öyle
sandım. Üç sıkı dubleyi bir çırpıda bitirmişim, hadi bakalım şerefe dediğinde
fark ettim, dilim birazcık peltekleşmişti: Sana, bana, bize dediğimde, bir
yandan kadehimi yudumluyor, bir yandan da sana bakıyorum. Ve içimden şöyle
geçiyor: Bu gece benim için zor olacak. Tahmin ettiğim gibi oldu. Zor gece
başladı.
Gecenin konusu: Sen benimle yapamıyorsun.
Gecenin inadı : Hayır sen benimle yapabiliyorsun.
Süre : Sabahın ilk ışıklarına
kadar.
İlk sonuç : Bitti.
İlk karar : Biz ayrılamayız.
Son birkaç günüm ve bilhassa bu gece, seni
ikna etme çabalarımla geçti. En çok sen ağladın, arada sırada beraber ağladık.
Elimiz ayağımız rahat durmuyor; dokunuyoruz birbirimize, sevişiyoruz, ayaküstü
– masa başında, gülümsüyoruz birbirimize acı acı, gözlerimiz kenetlenmiş,
yaklaşıyor dudaklarımız. Tadında öpüşüyoruz, dillerimiz keşfe çıkmış birbirinin
üzerinde, düğüm oluyorlar: Çözülmeksizin. Ve hala sen “Ben yapamıyorum”
diyorsun. “Olur, yapma” diyorum, yine başlıyorsun ağlamaya ve “Ben bir daha
kendime bunları yaşatmamaya söz verdim” diyorsun. Ama yaşatıyorsun işte,
dayanamıyorsun yüreğinin sesine. Aklın “bitti” dese de, yüreğin “Bu aşk bitmez”
diyor. Gözlerim nereye bakıyor bilmiyorum, ağırlaşmış, göz kapaklarım kapandı
kapanacak ve ağzımdan bir çift laf çıkıyor, “Öldür beni” kendimde değilim
artık, “Yapamam” diyorsun, “Yaparsın” diyorum ve mandalina ağacının altına
doğru gidiyorum, yatıyorum ıslak çimenlerin üstüne, yanıma geliyorsun,
sevişiyoruz yine. “şimdi biz ayrıldık mı?” diyorum, “Evet” diyorsun. Bu nasıl
ayrılmak, diye bağırıyorum, bi’dolu küfür gecenin karanlığında tüm duvarlara
çarpıyor, yavaş diye yalvarıyorsun, daha çok küfrediyorum. Sen beni deli etmeye
kararlısın. Yok, ben seni deli edeceğim, kolundan tutup kaldırıyorum çimlerin
üzerinden, belki o ara kolunu morartmışımdır, kusurumu bağışla, ben sana
kıyamam ki. Bahçenin en dibinde, en karanlık yerinde, seni duvara yaslıyorum,
gözlerinde korku dolu bakışlar, aldırmıyorum, her yerinden öpmeye başlıyorum seni,
boynunu da o an morartmışımdır; farkında değilim, inan. Hem bitti diyorsun, hem
de deliler gibi sevişiyoruz, bu ne şimdi, söyle bana. Farkında mısın gecenin
bilmem kaçıncı doruğuna tırmanıyorsun ama sen tırmandıkça vazgeçiyorsun, bunu
fark ettim biliyor musun? Masaya döndüğümüzde yarım kalan kadehlerimizi
gözlerimizin içine baka baka bitiriyoruz. Ezan okunuyor biz ara veriyoruz
geceye, horozlar öttüğünde tekrar başlıyor sabaha karışan gece. Ben artık ben
de değilim, yoruldum vazgeçirme çabalarımdan, yoruldum sevişmekten. Ve dünyadan
kopuyorum, mandalina ağacı altında yatarken. Sen “Hadi kalk yatağımıza gidelim”
diyene kadar uyumuşum, ben o merdivenleri nasıl çıkacağım? Bırak beni yatayım,
hatta öldür beni, yorgunum. “Kıyamam” diyorsun, zorla beni kaldırıyorsun, beni
sanki sırtında taşıyorsun, biliyor musun çok güçlüsün. Uyandığımda fark ettim,
ben yatağa nasıl geldim? Bilmiyorum. Ve sen son kararını vermiştin, “bitti”
dedin, peki “dedim. Sabahın ilk sözleri bunlardı, birbirimize “günaydın”
demeden.
ÖMER L.BAKAN
GEÇENYILINTORTULARININBUGÜNEYANSIMALARI