9 Ekim 2016 Pazar

OYUNCAK İSTİYORUM BABA...





FOTOĞRAF: GÖRÇEK BEYOĞLU 1962

Benim hiç oyuncağım olmadı (!) desem, inanır mısınız? Topu topu, dört tane. 1960’da, dayım Almanya’dan yerde yürüyen, zaman zaman duran, kırmızı ışıkları siren eşliğinde yanan bir oyuncak uçak getirmiş. Önceleri pili biter diye oynamama izin verilmedi. Oynamama bazen izin verilirdi. Azıcık oynadıktan sonrada bozulmasın diye bulamayacağım bir yere saklarlardı. Kıymetliydi. Almanya’dan gelmişti. Kim bilir kaç Mark’tı? Onunla oynamaya, onu bozmaya hakkım yoktu. Dayım sonraki gelişinde yine oyuncak getirdi; bu sefer tren. Lokomotifinin ardında üç vagon, birbirine eklenen raylar üzerinde gidiyor, şansa bakın ki yine pilli. Hem de altı tane pille çalışıyor. O zaman düşündüm ki bununla da hiç oynayamayacaktım. Çünkü pilli idi. Ne zaman rayları ardı ardına ekleyemediğimi gördüler, kutusuna koyup evin en yüksek dolabının en yüksek yerine koydular. Ben trene bakıyorum, tren bana. Tıpkı öküzün şimendifere baktığı gibi bakıyorum; uzanamadığıma. Anılarımda hiç yeri olmayan, görsel hafızamda asla hatırlayamadığım, dedemin aldığı küçük bisiklet ve ileri geri sallanan, boyuma göre küçücük at. Bir akşam atla sallanırken düşmüşüm. Dedem korkmuş, “Bu oğlan kafasını, gözünü yaracak.” demiş. Ertesi gün sahibi olduğu torna atölyesinin deposuna götürmüş. Bisikletle oynamama izin verilmiş. Ben salak gibi o bisikletten de düşünce, torun sakat kalacak korkusuyla dedem tarafından doğru depoya götürülmüş; tozlanmaya ve çürümeye terk edilmiş. Daha iki yaşlarındayım, bende denge nasıl olsun ki? Uçakla treni hep hatırladım. At ile bisikleti ise asla hatırlayamamıştım ta ki on beş yaşıma gelene kadar. Bir gün dedemin atölyesine gittim; hem ona yardım edecektim hem de şu İsrailli kız arkadaşım hakkında konuşacaktık. Artık o çok yaşlıydı, ona hastalığı da yakıştıramıyordum. O gün nereden bilebilirim ki iki yıllık ömrü kaldığını. Depodan bir şey getirmemi istedi. Depoya gittim. İstediği bir iki dişliyi ararken, tozlar içinde pas tutmuş bir bisiklet (vespa motosiklet tipinde, kırmızı, arka tekerinin yanından uzanmış iki denge tekeriyle) ve çürümüş kumaşının deliklerinden görünen samanları ile beyaz olduğunu tahmin ettiğim, toza ve zamana yenik düşmüş bir at gördüm. Şaşırdım. Bunlar kimindi ve burada ne arıyordu? Dişlileri aramayı bırakarak, hemen aşağıya indim, dedeme sordum: “Yukarıdaki at ile bisiklet kimin(?) dede.” Şaşkınlıkla yüzüme bakan dedemin yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı “Onlar senindi Ömer Lütfi.” dedi. O, hep iki adımla seslenirdi, çünkü adını aldığım dedemdi. Hikâyesini anlattı ağlayarak. Ben de ağlamıştım ama sevinçten. Çünkü dedem beni çok seviyordu ve bana asla bir şey olmasını istemiyordu. Beni hep korurdu, en çokta babamdan. Ben onun ilk torunuydum ve zürriyetinin devamıydım, onun için önemliydim. Beni korumak için saklamıştı, atı ve bisikleti. O an babam ve annem geldi aklıma. Onlar beni sevdiklerinden değil, pili bitmesin ve oyuncaklarım bozulmasın diye saklamışlardı treni ve uçağı. Annem arada sırada oynamam için verirdi, treni veya uçağı. Ama babam, oynamam için bana asla bir şey vermedi. Ömrü boyunca bana hiç oyuncak almadı, aldıysa da hatırlamıyordum. Alsaydı hatırlardım mutlaka çünkü o gün benim için çok özel olurdu. Hatta sınıf geçtiğimde bile bana bisiklet almadı. Şimdi diyeceksiniz ki “Sınıfını geçtiğinde sana bisiklet almaya mecbur mu?”. Tabii mecbur değil. Peki, sınıfını geçtiğinde kardeşime neden(?) bisiklet aldı ha neden? Sorarım size? Onun için babam beni erken terk etti, dört yıl önce bu dünyadan gitmesine rağmen.
Aklım ermeye el yeteneğim gelişmeye başladığında, kendi oyuncağımı kendim yapmaya başladım. Yetenekliydim çünkü ben Ömer Lütfi ustanın torunuydum, Nurettin ustanın, Sıtkı ustanın yeğeniydim ama asla babamın oğlu olamadım. Biçimi uygun kalın dallardan yaptığım tabanca, tüfek, sapan, ok ve yay. İnşaat demirini biçimlendirerek yaptığım çemberim. Telden araba, makaralardan çeşitli düzenekler. İnşaatlardan çaldığım tahtaları kesip biçerek yaptığım, dedemin verdiği rulmanları takarak sokaklarda deli gibi gittiğim benim aracım. Hatta rulman sesinden rahatsız olan mahalledeki kadınların babama şikâyetleri yüzünden bir araba dayak yediğim patenim. Şimdilerde oyuncakçılarda satılan adına scooter denilen ve çocukların uğruna dayak yemedikleri oyuncak. Ne garip değil mi, 40 yıl önce tüm mahallenin çocuklarına yaptığım rulman üzerinde giden paten, 40 yıl sonra karşıma scooter olarak çıktı. Oyuncak olarak yaptığım daha neler var neler. Ta ki büyüyüp oyuncak çağımı geride bırakana dek bu böyle devam etti.
Evlendim, çocuklarım oldu. Caner’e aldığım ilk oyuncak uçaktı. Sonra tren ve cismini şimdi hatırlayamadığım daha birçok oyuncak. Ama aradan yirmi yedi yıl geçmesine rağmen uçakla treni çok iyi hatırlıyorum. Sonra Cihan doğdu. Abisinden kalan kırık dökük oyuncaklarla tanıştı. Hatta abisi kıskanmasın diye doğumundan iki gün sonra evimize dönerken Aksaray alt geçidindeki oyuncakçıların birinden kocaman, pedallı bir araba aldım. Kapıya geldiğimizde Cihan’ı arabanın içine koyarak kapıyı çaldık. Paytak ayak seslerini duyduğumuz Caner anneannesinden önce koşarak kapıyı açtı. Caner arabayı görünce içindekinin farkına bile varamadı. Onu kardeşiyle tanıştırdık. Kardeşi dünyaya gelirken ona kocaman bir araba getirmişti. Caner, o andan itibaren çocukların leylekler tarafından dünyaya getirildiğine inanmadı. Ve inatla, çocukları dünyaya “ayabalay” getirir tezini savundu. Büyüyene kadarda karşısına asla anti tez koyamadık. Kardeşler birbirlerini kıskanmadan büyüdüler. Neredeyse beni dede yapacak yaşa geldiler ama aralarında asla kıskançlık yok. Belki de var ama bana hissettirmiyorlar. Peki, ben öylemi büyüdüm? Asla. Bütün çocukluğum kardeşimi kıskanmakla geçti ve hâlâda kıskanırım. Babamın ve annemin yüzünden kıskanıyorum çünkü beni onlar böyle yaptılar, elimde değil.
Şimdilerde kendi oyuncağını kendi yapan çocuklar pek kalmadı. Bu tabii ki hayal gücüyle sınırlıdır. Çocukların hayalleri teknolojik gelişmelerle değişti. Televizyon, çocukların ilgi alanını değiştirdi. Bizler Adile teyzenin masallarını dinler, ders alınası oyun gemisini ve eğitimimize katkısı olan çizgi filmler izlerken, çocuklarımız; ne idüğü belirsiz, savaşmayı temel ilke sayan, kötülerin hep güçlü olduğu karakterlerle bezenmiş, Amerikan ekolü, bana cinnet geçirten çizgi filmlerle büyüyorlar. Aynı içeriklerle biçimlendirilen bilgisayar oyunlarını oynuyorlar. Ve böyle filmlerin oyuncak tasarımları da ona göre oluyor. En küçük oğlum Hazarcan Doğa’yı bu illetten kurtaramıyorum.
12 Eylül sonrası değişmeye başlayan Türkiye’miz, ANAP iktidarıyla birlikte zincirlerini kırdı ama farklı zincirler genç nesillerin önce ayaklarına dolandı, sonrada beyinlerine. Türkiye hızla değişiyor, ithalat yolları hızla açılıyordu. İthalat ile birlikte oyuncak dünyası da genişledi. Elektronik devreye girdi, oyuncağın tarzı değişti. Şimdiki çocuklar şanslı mı şanssız mı bilmiyorum. Sanki biz kendi ürettiğimiz oyuncaklarla çok daha mutluyduk. Sokakta çocuk kültürüne uygun oyunlarımızla daha çok eğleniyorduk, bunu gözlemleyebiliyorum. Bizim hayallerimizin sınırı yoktu. Şimdiki çocukların hayalleriyse, babalarının veya annelerinin onlara ne alacakları ile sınırlı. Aslında bu da bir hayal değil, sadece tahmin. Bunları sizlerle paylaşmayı düşündüğümde aklıma oyuncağın tarihi takıldı. Günseli, o sırada İstanbul’daydı. Beni Oyuncak Müzesi’nden aradı. Tamamen tesadüfî olan bu gelişme, konuyu iyice incelememe ve anılarımı tazelememe yetti. Günseli de bir sürü doküman ve gözlemle döndü. Okuduğumda bir kez daha anladım ki oyuncak çocuk için çok önemli. Benim için öyleydi. Tarihçesinden de bu anlaşılıyor, yüz yıllar öncesine dayanan.

Ömer Lütfi BAKAN         
          
                      
                             OYUNCAĞIN TARİHÇESİ
            
İngilizce’de oyuncak anlamına gelen toy, Hollandaca’daki tuig (tauf okunur) sözcüğünden türemiştir. Tuig, Hollanda dilinde alet anlamına gelmektedir. Gerçekten de, oyuncaklar çocuklar için tasarlanmış aletler değil midir? Bu açıdan bakıldığında, oyuncak için ‘alet’ tanımlaması uygun olmaktadır.
Tarihte bilinen ilk oyuncaklar, Mısırlılara aittir. Arkeolojik kalıntılar, M.Ö. 5. yüzyılda, Mısır’daki çocukların tahta atlarla oynadıklarını göstermektedir. M.Ö. 2. yüzyılda ise Mısır’da çocukların topaç ve misketlerle oynadıkları belirlenmiştir. Yine aynı dönemlere ait Firavun mezarlarında, oyuncak bebekler bulunmuştur. Eski Yunan, Roma ve Çin’de de kilden yapılan fırınlanmış, hareketli kol ve bacaklara sahip bebekler yapıldığı görülmektedir. El arabaları, çemberler, çıngıraklar ve yo-yoları da ilk oyuncaklar arasında sayabiliriz. Orta Çağlarda ise çocukların oyuncak silahlara ilgi duydukları tesbit edilmiştir. El yapımı tahta atlar ve kuklalar ise sonradan ortaya çıkmıştır.
Oyuncakların seri üretimi, 18. yüzyılda başlamıştır. Varlıklı aileler çocuklarına alfabe ve haritalara ilişkin öğretici oyuncaklar almayı tercih ederlerken, dar gelirli ailelerin çocukları ise daha basit ve daha eğlendirici oyuncakları tercih etmişlerdir. Ünlü oyuncak fabrikaları, 1800’lü yılların sonlarında açılmıştır. Oyuncakların tarihi incelendiğinde sırasıyla; tahta, kâğıt, preslenmiş karton, teneke, yaylı-kurmalı, buharlı, elektrikli ve sonrada pilli oyuncaklar olarak şekil değiştirdikleri görülür. 1800’lü yılların ortalarında üretilen ilk konuşan bebekler, sadece ‘anne’ diyebiliyorlarken, günümüzdeki bebekler; adeta sohbet edercesine birçok sözcüğü söyleyebilmekte ve bazı nesneleri, hatta sahiplerini tanıyabilmektedirler. 19. yüzyılda, teknoloji ürünü buharlı makineler, yanardöner fenerler, oyun küpleri ve kaleidoscope türü optik oyuncaklar yaygınlaşmıştır.
1800’lü yıllarda İngiltere’de başlayarak tüm dünyaya yayılan ve Endüstri Devrimi olarak tanımlanan teknolojik, sosyo-ekonomik ve kültürel kalkınma hareketi, dünya oyuncak pazarında da etkisini göstermiştir. Teneke oyuncaklar, bu dönemde popüler olmuştur. Çocuklar teneke oyuncaklar arasında en fazla ilgiyi; gemiler, denizaltılar, arabalar, uçaklar ve atlı arabalara göstermişlerdir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan ekonomik zorluklar ve ham madde sıkıntısı nedeniyle, oyuncak pazarında bir durgunluk yaşandığı gözlemlenmektedir. Ne acıdır ki, oyuncak atölyeleri, savaş yıllarında silah üretimi amacıyla kullanılmıştır. Bu dönemde, genellikle evlerde üretilen, el yapımı oyuncaklar dikkat çekmektedir. 1800’lü yılların sonlarında, teneke oyuncaklarda, ‘lithograph’ adı verilen renkli baskı tekniği kullanılmaya başlamıştır. 1970’li yıllarda, çocukların güvenliği nedeniyle, teneke oyuncakların yerini plastik oyuncaklar almıştır. Plastik oyuncaklar, düşük maliyeti ve paslanmaz özellikleriyle kısa zamanda yaygınlaşmıştır. 20. yüzyılda ise sinema ve televizyonun etkisiyle sinema ve çizgi film kahramanlarının oyuncakları üretilmiştir.
Yabancı ülkelerde üretilen 20. yüzyıl oyuncaklarını aşağıdaki şekilde sınıflandırabiliriz:
1) İkinci Dünya Savaşı öncesi oyuncakları (1910-1939): Bu dönemde, özellikle teneke oyuncak üretiminde, Almanya ön planda görülmektedir. Alman oyuncaklarını Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa’da üretilen oyuncaklar takip etmektedir. Almanya’da Marklin ve Bing, ABD’de Marx ve Strauss, İngiltere’de Hornby ve Chad Valley ve Fransa’da da Fernand Martin oyuncakları dönemin en ünlü markalarıdır.
2) İkinci Dünya Savaşı sonrası oyuncakları (1945-1969): Savaşın bitiş tarihi ile 1950 yılları arasında üretilen Alman oyuncaklarının üzerinde ‘Made in US Zone’ yazarken, 1950 sonrasında ‘Made in West Germany’ yazmaktadır. Savaş sonrasında yaşanan ekonomik sıkıntıların aşılmasından sonra, Alman ve Japon oyuncak pazarında bir canlanma olmuştur. Bu dönemde Japonya, ucuz fakat dayanıklı oyuncaklar üreten bir ülke olarak dikkat çekmektedir. Bunlar arasında modern plastik malzemeden yapılmış oyuncaklar bulunsa da, kurmalı ve pilli oyuncakların çoğunlukta olduğu görülür. 1922 yılından önce üretilen Japon oyuncaklarının üzerinde ‘Made in Nippon’ yazmaktadır. 1922 ile İkinci Dünya Savaşı arasında yapılan Japon oyuncaklarında ‘Made in Japan’ ve 1945 - 1952 yılları arasındaki ABD işgali döneminde ise ‘Made in Occupied Japan’ damgası bulunmaktadır.
3) Modern Çağ oyuncakları (1970 sonrası): Japonya, modern teknolojinin katkısıyla dünya oyuncak endüstrisinde zirveye tırmanmış ve 1980’li yıllarda pazardaki yerini Hong Kong, Singapur, Taiwan, Malezya ve son yıllarda da Çin’e devretmiştir. Günümüzde, ABD’de satılan oyuncakların %75’i Çin’de üretilmektedir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder