15 Haziran 1925’te
İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğretiminin büyük bir bölümünü
İzmir’de ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı şehirlerde tamamladı.
Gençlik yıllarının başında İzmir Atatürk Lisesi henüz birinci sınıfındayken,
kız arkadaşına yazdığı Nazım Hikmet şiirleri ile yakalanınca, 1942 Şubat’ında
tutuklandı ve okuldan atıldı. Üç hafta gözetim altında kalan Attila İlhan, iki
ay hapis yattı.
Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince de eğitim
hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma
hakkını tekrar kazanınca, eğitim hayatına devam etmek için İstanbul Işık
Lisesi’ne yazıldı.
Sanat hayatı ve Paris yılları
Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz
katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda, ‘’Cebbaroğlu Mehemmed’’ şiiriyle pek çok ünlü
şairi geride bırakarak ikincilik ödülünü kazandı. Bu ödül kendisi için kuşkusuz
büyük mutluluk kaynağı olmuştu. 1946′da mezun olduktan sonra İstanbul Hukuk
Fakültesi’ne kaydoldu. Sanatçı, başarılı geçen üniversite yıllarında “Yığın” ve
“Gün” gibi dergilerde ilk şiirlerini yayımlamaya başladı. Hukuk Fakültesi’ndeki
yüksek öğrenimini yarıda bırakan Attila İlhan, 1949 yılında üniversite 2.
sınıftayken Nazım Hikmet’i kurtarma hareketine katılmak üzere Paris’e gitti. Bu
harekette aktif rol oynayan sanatçı, ilk kez gittiği Paris’te Fransız toplum
yapısı ve Paris’te yaşadığı çevreye ilişkin gözlemler yaptı. Yaptığı gözlemleri,
daha sonra ortaya koyduğu eserlerinde birçok karaktere ve olaya büründürdü.
Türkiye’ye geri döndüğünde başı sıklıkla polisle derde girdi ve birkaç kez
gözaltına alındı. Sansaryan Han’daki sorgulamalar; ölüm, tehlike, gerilim
temalarını işlediği eserlerinde önemli rol oynadı. 1951 yılında Gerçek
Gazetesi’nde yayınlanan bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca tekrar
Paris’e gitti. Fransa’daki bu dönem sanatçının Fransızcayı ve Marksizm’i
öğrendiği yıllardı. 1950’li yılları İstanbul-Paris-İzmir üçgeni arasında
geçiren İlhan’ın ismi yavaş yavaş Türkiye çapında duyulmaya başlamıştı.
Sanatçı, yurda döndükten sonra Hukuk Fakültesi’ne devam
etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bırakmak
zorunda kaldı. Sinemaya olan ilgisi nedeniyle, 1953’de Vatan Gazetesi’nde
sinema eleştirileri yazmaya başladı. Gazeteye yazdığı eleştirilerden birinde;
“Çoğu zaman 3-5 kişi için yazdığımızı sanırız, onlar bizi okumazlar. Asıl
seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir.” dedi.
Sanatta çok yönlülüğü
1957’de Erzincan’da askerliğini bitirdikten sonra tekrar
İstanbul’a dönüş yapan Attila İlhan, sinema çalışmalarına ağırlık verdi. On
beşe yakın senaryoya ’’Ali Kaptanoğlu’’ takma adıyla imza atan sanatçı, sinemada
aradığını bulamayınca, 1960’da Paris’e geri döndü. Sosyalizmin geldiği
aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölümü nedeniyle
son buldu. Bundan sonra yazarın İzmir dönemi başladı. Sekiz yıl süren İzmir
döneminde, Demokrat İzmir Gazetesi’nin başyazarlığını ve genel yayın
yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak “Yasak Sevişmek” ve
“Aynanın İçindekiler” serisinden “Bıçağın Ucu” yayımlandı. 1968’de on beş yıl
sürecek evliliğini yaptı.
Genç, Yeni Nesil,
Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş ,
Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat
Olayı gibi dergilerde şiirleri, deneme ve eleştirileri yayınlandı. Türk edebiyatının
önemli isimleri arasına girdi. Garip akımı ve İkinci Yeni şiirine karşı çıktı.
Mavi ya da Maviciler adıyla tanınan toplumcu gerçekçi şiir akımını başlattı.
Şiire yeni bir ses düzeni, taşkın, coşkulu bir anlatım ve kendisine özgü bir
duyarlılık getirdi. Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı ve Ben Sana Mecburum şiir
kitaplarındaki şiirleriyle genç şair kuşağını etkiledi.
1970′lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması,
geniş kitlelere ulaşması ve seslenebilmesi ile beraber Attilâ İlhan’da senaryo
yazmaya geri dönüş yaptı. ‘’Sekiz Sütuna Manşet’’, ‘’Kartallar Yüksek Uçar’’ ve
‘’Yarın Artık Bugündür’’; halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu. İlk romanı “Sokaktaki Adam” yayınlanmadan önce on tane roman yazmıştı, ama bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Yıllar sonra Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklar; “…birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.” (Düşün, Haziran 1996).
‘’Yarın Artık Bugündür’’; halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu. İlk romanı “Sokaktaki Adam” yayınlanmadan önce on tane roman yazmıştı, ama bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Yıllar sonra Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklar; “…birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.” (Düşün, Haziran 1996).
Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha
çok yerel, kırsal olaylar ve kişileri işlerken, Attilâ İlhan; şehir insanını ve
Türkiye’nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele
alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul, İzmir gibi Türkiye’nin
büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal
sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı
kültürünün Türkiye’ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini,
çizdiği karakterlerle ve Avrupa’daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde
irdeliyordu. 1973’de Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya
taşındı. Sanatçı, ’’Sırtlan Payı ‘’ ve ’’ Yaraya Tuz Basmak’’ eserlerini Ankara’da
yazdı. 1981′e kadar Ankara’da kalan yazar, ‘’Fena Halde Leman ‘’ adlı romanını
tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti. İstanbul’da gazetecilik serüvenine,
Milliyet (2 Mart 1982-15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir
süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan
gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını
Cumhuriyet gazetesinde sürdüren sanatçı, 11 Ekim 2005’de yaşamını yitirdi.
Ben
Sana Mecburum
Ben
sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar
sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek
kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziran’da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziran’da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin
Duvar
-
bu şiir ikinci dünya savaşı içinde
kahredilen bütün dünya duvarları
için yazılmıştır.-
ben bir duvarım hiç güneş görmedim
sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar
yüzümüz benek benek tahtakurusundan
ve sinemiz baştan başa ak üstünde karalar
- kelepçeden kahroldu kahroldu bileklerim
- sıyrılıp çıktım artık ölüm korkusundan
- dilim dilim sırtımdaki yaralar
ben demirbaşım sığır siniriyle dayak yedim
biz de duvarız dinleyen duyan düşünen duvarlar
bizim kucağımız terk edilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar
yüzündeki deniz parlaklığıyla durur hatıramızda
o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
bir cumartesi akşamı girdi kapımızdan
gözlerinde kıpkızıl diken diken öfkesi
adeta birden bire aydınlandı zindan
onu böyle görünce nasıl da korkmuştuk
sapından fırlamış bir balta gibi çehresi
ve omuzlarında delikanlı gölgesi
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
o sırt üstü yatağında yatardı
sımsıcak gözleri şimdi bile aklımdadır
bir sana bakardı bir bana bakardı
dışarıda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır
toprak ana bütün zincirlerinden çözülmüş
sabahlar akşam üstleri manolya gibi parlak
tarlaların yüzü gülmüş
işte her akşam geçtiği denize çıkan sokak
ah işte annesi annesi sevgilisi
işte biz dinleyen duyan düşünen duvarlar
işte o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk
kahredilen bütün dünya duvarları
için yazılmıştır.-
ben bir duvarım hiç güneş görmedim
sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar
yüzümüz benek benek tahtakurusundan
ve sinemiz baştan başa ak üstünde karalar
- kelepçeden kahroldu kahroldu bileklerim
- sıyrılıp çıktım artık ölüm korkusundan
- dilim dilim sırtımdaki yaralar
ben demirbaşım sığır siniriyle dayak yedim
biz de duvarız dinleyen duyan düşünen duvarlar
bizim kucağımız terk edilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar
yüzündeki deniz parlaklığıyla durur hatıramızda
o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
bir cumartesi akşamı girdi kapımızdan
gözlerinde kıpkızıl diken diken öfkesi
adeta birden bire aydınlandı zindan
onu böyle görünce nasıl da korkmuştuk
sapından fırlamış bir balta gibi çehresi
ve omuzlarında delikanlı gölgesi
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
o sırt üstü yatağında yatardı
sımsıcak gözleri şimdi bile aklımdadır
bir sana bakardı bir bana bakardı
dışarıda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır
toprak ana bütün zincirlerinden çözülmüş
sabahlar akşam üstleri manolya gibi parlak
tarlaların yüzü gülmüş
işte her akşam geçtiği denize çıkan sokak
ah işte annesi annesi sevgilisi
işte biz dinleyen duyan düşünen duvarlar
işte o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk
dışarıda
tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır
bizim kucağımız terk edilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
o bir kaç defa kartal gibi gitti kartal gibi döndü
çığlıklarını değil kırbaç sesini duyduk
biz duvarız neyleyim gözlerimiz ağlamayı bilmez
onu bir gece sabaha karşı büsbütün götürdüler
kendi gitti ismi kaldı yadigâr bağrımızda
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler
onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık
temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık
öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil
getirirler vururlar biz öyle dururuz
yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil
elimizden ne geldi de yapmadık
ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz
onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık
bir mayıs sabahı toprak rezil gök rezil
yıldızlar küfür gibi yüzümüze tükürür gibi
şafak sancılarıyla iki büklümdü ufuk
ve simsiyah çamur gibi bir manga ortasında
siyaset meydanına geldi dev yumruklu çocuk
bulutlar eğilip alnının terini sildiler
ve mermiler birdenbire ölümü getirdiler
o düştü biz yine ayakta kaldık
halbuki ne kadar yorgunuz
öyle bakmayın bu yaralar şerefli yaralar değil
ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz
bizim kucağımız terk edilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
o bir kaç defa kartal gibi gitti kartal gibi döndü
çığlıklarını değil kırbaç sesini duyduk
biz duvarız neyleyim gözlerimiz ağlamayı bilmez
onu bir gece sabaha karşı büsbütün götürdüler
kendi gitti ismi kaldı yadigâr bağrımızda
o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda
ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler
onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık
temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık
öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil
getirirler vururlar biz öyle dururuz
yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil
elimizden ne geldi de yapmadık
ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz
onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık
bir mayıs sabahı toprak rezil gök rezil
yıldızlar küfür gibi yüzümüze tükürür gibi
şafak sancılarıyla iki büklümdü ufuk
ve simsiyah çamur gibi bir manga ortasında
siyaset meydanına geldi dev yumruklu çocuk
bulutlar eğilip alnının terini sildiler
ve mermiler birdenbire ölümü getirdiler
o düştü biz yine ayakta kaldık
halbuki ne kadar yorgunuz
öyle bakmayın bu yaralar şerefli yaralar değil
ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz
Sisler Bulvarı
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terk edilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı
sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
Kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodostan bir satır yağmurdan iki
senin kirpiklerinden bir satır
simsiyah bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlayamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı’ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
Sokağa Çıkma Yasağı
öyle
büyük hicran ki
cam çerçeve bırakmıyor
kırdı kapıları döküldü sokağa
havada yangın kokusu
itfaiye sirenleri
uzaktan uzağa
öyle büyük hicran ki
telefonlar devamlı meşgul çalıyor
trafik durdu
çarşılar darmadağın
çığlıklar geçiyor karanlıktan
camlarda sinsi bir titreme
boğuk bir uğultu
yeraltından
borular patlamış sular
vahim bir tenhalığa akıyor
öyle büyük ki hicran
zincirleme
elektrik kontakları
şerareler dökülüyor sokak lambalarından
ceryanlar kesildi
gözden kayboldu şehir
sanki siyah bir denize batıyor
ayak sesleri boş meydanlardan
hoyrat kanatları
yukarda bir helikopterin
o ihanet sessizliğini
par
par
parçalıyor
cam çerçeve bırakmıyor
kırdı kapıları döküldü sokağa
havada yangın kokusu
itfaiye sirenleri
uzaktan uzağa
öyle büyük hicran ki
telefonlar devamlı meşgul çalıyor
trafik durdu
çarşılar darmadağın
çığlıklar geçiyor karanlıktan
camlarda sinsi bir titreme
boğuk bir uğultu
yeraltından
borular patlamış sular
vahim bir tenhalığa akıyor
öyle büyük ki hicran
zincirleme
elektrik kontakları
şerareler dökülüyor sokak lambalarından
ceryanlar kesildi
gözden kayboldu şehir
sanki siyah bir denize batıyor
ayak sesleri boş meydanlardan
hoyrat kanatları
yukarda bir helikopterin
o ihanet sessizliğini
par
par
parçalıyor
An Gelir
an
gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
şarabın
gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
Kanunî Süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür
Kimi Sevsem, Sensin
Kimi sevsem sensin / hayret
Sevgin hepsini nasıl değiştiriyor,
Gözleri maviyken yaprak yeşili,
Senin sesinle konuşuyor elbet.
Yarım bakışları o kadar tehlikeli,
Senin sigaranı senin gibi içiyor,
Kimi sevsem sensin / hayret
Senden nedense vazgeçilemiyor.
Her şeyi terk ettim / ne aşk, ne şehvet,
Sarışın başladığım esmer bitiyor,
Anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli,
Dudakları keskin kırmızı jilet.
Bir belaya çattık / nasıl bitirmeli?
Gitar kımıldadı mı zaman deliniyor,
Kimi sevsem sensin / hayret
Kapıların kapalı, girilemiyor.
Kimi sevsem sensin / senden ibaret,
Hepsini senin adınla çağırıyorum,
Arkamdan şımarık gülüşüyorlar,
Getirdikleri yağmur / sende unuttuğum,
Hani o sımsıcak, iri çekirdekli,
Senin gibi vahşi öpüşüyorlar,
Kimi sevsem sensin / hayret
İn misin cin misin anlamıyorum...
Şahane Serseri
Yolumdan çekil yavrum,
bağlasalar duramam,
demir asa, demir çarık dedim,
neyleyim!
Yolculuk dedim,
ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir,
rüzgar kendini yerden yere vuruyor,
kırık dökük yıldızlar belirli uzaktan,
telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor.
Anamdan yolcu doğmuşum,
yedi dağın yolları kalbimden geçer,
salkım salkım mısralar gelir içimden,
dudaklarımda yağmur damlaları,
alır beni yollar, beni alır gider..
Anamdam yolcu doğmuşum,
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum,
akşam dedim,
şu koca dünya dedim,
ağlasam dedim.
Yola bir düşüldü mü, ömür boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden,
turnaların peşinden,
büyük şehirler, büyük aşklar
çığlık çığlığa terkedilir.
Ben,
çocuklar gibi sevdim, devler gibi ıstırab çektim,
damarlarımda dünyanın bütün rüzgarları,
harblere, açlıklara, yalnızlığıma rağmen..
Anamdam yolcu doğmuşum
neyleyim,
gurbet dedim,
vatan dedim,
hürriyet dedim...
Aysel Git Başımdan
Aysel git başımdan, ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm, karanlığım, biraz çirkinim
Aysel git başımdan, istemiyorum.
Benim yağmurumda gezinemezsin, üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını,
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim için kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm, karanlığım, biraz çirkinim..
Islığımı denesem, hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını,
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan, ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş, büyük.
Bir kulak çınlıyor, içimdeki
çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Aysel git başımdan, seni seviyorum...