Onun adını duymuşsunuzdur. Fotoğrafını
görmüş, filmlere konu olan hayatını acı bir tebessümle izlemişsinizdir. Şilili
olduğunu, 1971 yılında Nobel kazandığını, Moskova’da Nazım Hikmet ile
tanıştığını bile biliyor olabilirsiniz. Belki sıcak bir yaz gecesinde
sevdiğiniz biri O’nun şiirlerini kulağınıza fısıldamıştır kim bilir? Hanginiz
onun sesinden şiir dinlediniz? Onun sesi biraz Nazım Hikmet, biraz da Atilla
İlhan’dır.
Size bu sayıda bir kaptanı
anlatıyoruz. O hem şiirin hem de karanın kaptanı. Şiirin kaptanı olduğunu bütün
dünya kabul ediyor. Karanın kaptanı olduğunu ise kendisi söylüyor.
Fotoğrafta gördüğünüz ev, dünyanın en
ünlü şairlerinden, belki de Şili’nin milli kahramanlarından birine dönüşen
Pablo Neruda’nın evi. 1904’te doğup, 1973’te ölen şairin mezarının Şili’ye
gelmesi yirmi yılı buldu. Çünkü bu evde yaşadığı hayatta, oraya gömülmeyi
vasiyet etse de, ölmeden on gün önce
iktidarı ele geçiren Şili diktası, O’nun Şili’ye gömülmesine izin vermedi.
Yaşadığı evin önemli bir simge mekânına dönüşmesi, dikta tarafından
istenmiyordu. Ama onlar gittikten sonra Pablo Neruda evine tekrar döndü üstelik
de üçüncü eşiyle beraber. Orada, son yıllarını birlikte geçirdiği eşiyle
beraber yaşamayı seviyordu. Neruda’nın ölümünden 12 yıl sonra Matilda da öldü.
Ve sonunda şairin istediği gibi, evinin gemi başını andıran bahçesinde bulunan
mezarlıkta, koyun koyuna yatmaya başladılar. Anlattığımız bu kişi kimdir?
Nerede yaşamıştır? Bu ev neden bir gemiye benzer? Bir şair ne kadar bir
koleksiyonere dönüşebilir? Ya da bir şairin içinde nasıl bir denizci yaşar? O
denizcinin şiirleri, şiirine nasıl yansır? ona bakalım… Asıl adı Netali Ricardo
Reyes Basoalto. 14 yaşındayken babası yazdığı şiirleri beğenmez korkusuyla,
takma bir isim kullanmaya başlamış. O günden bu yana, O Pablo Neruda. O bir
politikacı, O bir diplomat. O aslında tüm dünyanın tanıdığı bir şair. Bütün bu
özellikleri Pablo Neruda’nın bu evinin her köşesine yansımış. Bu ev 1939
yılında yapılmaya başlamış. Ülkesine geri döndüğünde yanında üçüncü eşi Matilda
vardı ve O duvara kendi elleri ile şu yazıyı kazımıştı. “Seyahatlerden döndüm,
yeterince yeri eğlenceli bir şekilde gördüm.” Evinin içi bir gemiye benziyor
çünkü bir gemi gibi inşa edilmiş. Anlaşılacağı gibi Neruda aslında denizden
korkan bir denizci. O yüzden ben karanın kaptanıyım diyormuş. Ve burada karada
olsa bile, kendisini bir denizci gibi hissediyor ve dışarıdan, okyanustan gelen
çeşitli gemileri de evinden devamlı selamlıyormuş. Uzakta bir gemi gördüğü
zaman, evinin bahçesindeki çanı çalıyormuş. Çünkü kaptanlar birbirleriyle çan
çalarak haberleşirlermiş. Evinde ise köpek balığı adında bir kayığı var. Neruda
zaman zaman bu kayığın üzerinde arkadaşları ile içermiş. Kendisine “Neden
kayığını denize indirmiyorsun?” diye sorulduğunda da: “Deniz sallantılı, karada
insan sallanmıyor.” der ve gülermiş. Pablo Neruda üç kez evlendi. En çok hangi
eşini sevdi bilinmez ama pek çok şiirini yıllarca kavuşamadığı Matilda’sına
yazdı.
Ekmeğimi al,
Havamı al dilersen
Gülüşünden yoksun bırakma beni,
Gülsüz bırakma beni,
Tanelediğin demirsiz bırakma,
Kıvancından aniden parlayan
Susuz bırakma
Senden yayılan
Gümüş dalgasız bırakma beni,
Amansız kavgam yüzünden
Bazen de hep aynı kalan toprağa
Bakıp durduğum için
Gözlerim yorgun dönerim eve
Ama eşiği aşar aşmaz
Gülüşün yükselir gökyüzüne
Arar beni
Ve açar benim için
Yaşamın bütün kapılarını
En karanlık saatte bile sevgilim
Gülüşünü tanele
Ve eğer, kanımı birden bire
Sokak taşlarını lekelediğini görürsen,
Gül, gülüşün hemen
Ellerime serin bir kılıç olur.
Denizin son yazında
Gülüşün ayaklandırsın
Köpük çağlayanını
Ve ilkyazda sevgilim,
Beklediğim çiçek olsun gülüşün
Mavi çiçek,
Gülü olsun
Çın çın öten ülkemin.
Geceyle dalga geç,
Gündüzle dalga geç
Dalga geç ayla,
Dalga geç adanın
Bu başıboş sokaklarıyla,
Dalga geç bu adamla,
Bu toy âşıkla
Ama ben gözlerimi açtığımda
Ya da yeniden kapattığımda
Ekmeksiz, havasız bırak
Şafaksız baharsız bırak
Ama gülüşünden yoksun bırakma,
Ölümüm olur yoksa…
Neruda’nın macera dolu bir yaşantısı
oldu. Gençliğinde İspanya Savaşı’na katıldı. Kendi ülkesinde kaçak olarak iki
yıl yaşadı. Yurtdışına kılık değiştirip kaçmak zorunda kaldı. Bir ara dönemin
başkanının yerine aday olarak gösterildi. Öncesinde milletvekili seçildi.
İşçileri desteklediği için istifa etti. Neruda diplomat olduğu için yıllarca
dünyanın dört bir yanında yaşadı. Bu seyahatlerinin birinde Moskova’da Nazım
Hikmet ile de tanıştı. Bakın Pablo Neruda, Nazım Hikmet’i nasıl tarif etmiş:
“Nazım
Hikmet çok heybetli biridir. Yaklaşık 2 m .ye varan boyu, açık renk gözleri ile tanıdığım en
neşeli insan. Yattığı odanın ışığını söndürmeyi hep unuturdu. Bu çok doğaldı
çünkü 18 yıl kaldığı hücrenin tavanındaki ampul hep açık iken uyudu. 18 yıl
boyunca, hücrenin kapılarını hep birileri açtı ve kapattı. Ülkesi Türkiye’nin
en önemli milli şairlerindendir. Ben onu yaşayan en büyük şairlerden kabul
ediyorum.”
Hiçbir şeyim yoktu aşkım, seni
sevmeden önce
Sürtüyorum sokaklarda, eşyalar
arasında
Hiçbir şey seslenmiyordu bana,
Hiçbir şeyin tadı yoktu.
Havanın beklentisindeydi dünya
Kül renkli salonları o zaman tanıdım.
Ayın konakladığı tünelleri o zaman
tanıdım.
İnsanların dinlendiği o korkunç
ambarları,
Kuma çizilmiş sorunları o zaman
tanıdım.
Her şey yalnızca boşluktu,
Ölüm ve sessizlikti.
Düşüştü, terk edilişti, her şey düş
kırıklığıydı
Çığırından çıkmıştı her şey, istemez.
Her şey hem herkesindi, hem kimsenin
değildi,
Güzelliğin ve yoksulluğun bana,
Armağanlarla dolu o gözü
Vermeden önce…
Pablo Neruda yeşillerin içindeydi. Bu
da şiirlerine yansımıştı. Bu yüzden de şiir yazarken hep yeşil mürekkep
kullanmıştı. Elleri mürekkep olduğu için onları sık sık yıkıyor ve evin
neredeyse her köşesine antika gemilerden çıkma antika lavabolar yerleştiriyordu.
Dünyayı etkileyen en güzel aşk şiirlerini evinde yazdı Neruda. Dünya Neruda’yı
doksanlı yıllarda çekilen bir film ile yeniden keşfetti. Bu filmde, Pablo
Neruda’nın evinde yaşananlar anlatılıyordu. Çekilen bir diğer film olan
Postacı’da ise, 70’li yıllarda Şili sahil kasabasında geçen olaylar
anlatılıyordu. Pablo Neruda, 1973 yılındaki Şili darbesinden üç gün sonra
hayata veda etti. Bugün geriye yüzlerce şiiri, Şili’de müze haline getirilmiş
olan üç tane evi kaldı.