Algıda gerçek bozulur
mu, bozulmaz mı bilmem ama benim algımın bana özel olduğu da bir gerçek.
İsimlendirilmiş ya da üstüne hikayesi yazılı eserin gerçekliliği benim
algıladığım gerçeği etkiler mi, etkilemez mi(?) esas mesele burada. Akılımın
yönlendirilmesi, düşüncelerimin sınırlandırılması, ortaya konulan eserin
anlattıkları doğru mu, değil mi? Ya onun hikayesi üstüne yazılı metin gibi
değilse ne olacak? Mahremiyetin kutsallığı ışığında ya bize yalan söylediyse? Ortalıkta
sergilenen sosyolojik durumların yanı-sıra kendi kurallarının geçerli olduğu iş
dünyasının insanların yaşam biçimlerini belirlemekte en büyük faktördür. Tıpkı
bu ustanın Cuma günü aldığı haftalıkla birlikte yapması gereken belli-başlı
şeylerin ardından hanesine çekildikten sonra yaşadıkları ve yaşattıkları sadece
onlar özel ve birçok bilinmezi içerir. İşte esas hikaye o zaman başlar, işte o
zaman onun yaşamı ile ilgili birtakım hayaller kurarız; tıpkı birazdan benim
yapacağım gibi:
Artık dükkanların
kirli camlarında asılı “çırak aranıyor” ilanı görünmemekte. Çıraklık, tarihe
karışmış gibi; ustalar ne kendilerine yardımcı olabilecek ne de mesleğini
öğretebileceği çırak artık bulamıyor. Nedeni ise zorunlu eğitim on iki yıla
çıkması ve aldıkları dayatma TV kültürünün kendi yaşamlarında yaptığı özenti
tahribatlar. İşçi sınıfının, varoş halkının, az gelirli insanların özendiği
pırıltılı hayat özlemi kendilerini ekonomik ve kültürel çıkmazın içine
ister-istemez çekmektedir. Sadi de bunlardan biri. Akşam gittiği mahalle
berberine saçlarını kestirirken görüntüsünü onlar gibi olmasını ister. TV’de ve
caddelerde gördüğü insanlar gibi görünmek için işe saçlarını biçimlendirmekle
başlar; dış görünüm onun için çok önemlidir. Kazandığından fazla harcama
yapmaya başlar; kılık, kıyafet, elindeki akıllı telefon v.b. şeyler biçimsel
kontrastlığı yama gibi de olsa ortadan kaldırmaya yeterli gibi görünür; onun
gözünde şekil-şemal önemlidir. Sadi’yi evli olarak düşünüyorum. Aileden gelen
kültür ile birlikte askere gitmeden evlenmiş, karısını hamile-hamile asker yolu
gözlemeye bırakmış. Döndüğünde kucağına karısından önce çocuğunu alır. Nasıl
olsa artık kadın onundur, ilgilenmese de olur. Aklına geldiği zaman içine
kendisini iter daha kadın yirmi beş yaşına gelmeden üç-dört çocuğunun annesi
olur. Sadi’nin çok para kazanması lazım, kendisi ile birlikte beş nüfus onun
eline bakar: çok çalışır Sadi. Çalışmanın bedeninde yaptığı tahribatın henüz
farkına varmasa da ilk fark eden karısıdır. Sadi karısını çok arzu ettiği
zamanlarda bile onunla sevişmesi zor olmaya başlar. Tabi onlarınkine sevişme
denilebilirse. Karısının hiç orgazm olamadığı, gittikçe işkence haline dönüşen
gecelerin birinde kadın şunu fark eder: Sadi’nin elleri o kadar sertleşmiştir
ki, artık bedeninde dolaşan nasırlı, kirli tırnaklı, zımpara gibi elleri de
canını yakmaktadır; artık Sadi’nin elleri kadına az da olsa zevk vermemekte.
Peki, soru şimdi şu: kadının bedeninde dolaşan nasırlı, kirli tırnaklı, zımpara
gibi eller süt gibi kadının bedeninden keyif, zevk, his alır mı? Yaşam
şartlarının yaptığı tahribatlar önce kültürlerini yozlaştırmış sonra ise
bedenlerini, hislerini, algılarını köreltmiştir. Bunlar da benim Sadi’nin
yüzünde ve ellerinde gördüklerim. Bu düşüncelerime Sadi’den başka kimse karşı
çıkamaz; ya benim düşündüklerim de doğru ise veya inandırıcı ise?
İmgeler böyle-böyle
çoğalmaktadır. Çeşit-çeşit düşündürmelidir ki, çoğalsınlar ve birer düşündürücü
ve belirleyici nitelikte hikayeler barındırsınlar.
“Düşünce biçimimiz,
görme biçimimizi belirleyen en önemli faktörlerden biridir”
Teşekkürler Selçuk
Özgüleryüz kardeşim.
Sevgilerimle
Ömer L. Bakan
180220161827
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder