18 Şubat 2016 Perşembe

BU FOTOĞRAF ÜZERİNDEN DİĞERİNİ DE İÇİNE ALAN BİR DEĞERLENDİRMENİN ZİHİNSEL ANATOMİSİ…




Algıda gerçek bozulur mu, bozulmaz mı bilmem ama benim algımın bana özel olduğu da bir gerçek. İsimlendirilmiş ya da üstüne hikayesi yazılı eserin gerçekliliği benim algıladığım gerçeği etkiler mi, etkilemez mi(?) esas mesele burada. Akılımın yönlendirilmesi, düşüncelerimin sınırlandırılması, ortaya konulan eserin anlattıkları doğru mu, değil mi? Ya onun hikayesi üstüne yazılı metin gibi değilse ne olacak? Mahremiyetin kutsallığı ışığında ya bize yalan söylediyse? Ortalıkta sergilenen sosyolojik durumların yanı-sıra kendi kurallarının geçerli olduğu iş dünyasının insanların yaşam biçimlerini belirlemekte en büyük faktördür. Tıpkı bu ustanın Cuma günü aldığı haftalıkla birlikte yapması gereken belli-başlı şeylerin ardından hanesine çekildikten sonra yaşadıkları ve yaşattıkları sadece onlar özel ve birçok bilinmezi içerir. İşte esas hikaye o zaman başlar, işte o zaman onun yaşamı ile ilgili birtakım hayaller kurarız; tıpkı birazdan benim yapacağım gibi:
Artık dükkanların kirli camlarında asılı “çırak aranıyor” ilanı görünmemekte. Çıraklık, tarihe karışmış gibi; ustalar ne kendilerine yardımcı olabilecek ne de mesleğini öğretebileceği çırak artık bulamıyor. Nedeni ise zorunlu eğitim on iki yıla çıkması ve aldıkları dayatma TV kültürünün kendi yaşamlarında yaptığı özenti tahribatlar. İşçi sınıfının, varoş halkının, az gelirli insanların özendiği pırıltılı hayat özlemi kendilerini ekonomik ve kültürel çıkmazın içine ister-istemez çekmektedir. Sadi de bunlardan biri. Akşam gittiği mahalle berberine saçlarını kestirirken görüntüsünü onlar gibi olmasını ister. TV’de ve caddelerde gördüğü insanlar gibi görünmek için işe saçlarını biçimlendirmekle başlar; dış görünüm onun için çok önemlidir. Kazandığından fazla harcama yapmaya başlar; kılık, kıyafet, elindeki akıllı telefon v.b. şeyler biçimsel kontrastlığı yama gibi de olsa ortadan kaldırmaya yeterli gibi görünür; onun gözünde şekil-şemal önemlidir. Sadi’yi evli olarak düşünüyorum. Aileden gelen kültür ile birlikte askere gitmeden evlenmiş, karısını hamile-hamile asker yolu gözlemeye bırakmış. Döndüğünde kucağına karısından önce çocuğunu alır. Nasıl olsa artık kadın onundur, ilgilenmese de olur. Aklına geldiği zaman içine kendisini iter daha kadın yirmi beş yaşına gelmeden üç-dört çocuğunun annesi olur. Sadi’nin çok para kazanması lazım, kendisi ile birlikte beş nüfus onun eline bakar: çok çalışır Sadi. Çalışmanın bedeninde yaptığı tahribatın henüz farkına varmasa da ilk fark eden karısıdır. Sadi karısını çok arzu ettiği zamanlarda bile onunla sevişmesi zor olmaya başlar. Tabi onlarınkine sevişme denilebilirse. Karısının hiç orgazm olamadığı, gittikçe işkence haline dönüşen gecelerin birinde kadın şunu fark eder: Sadi’nin elleri o kadar sertleşmiştir ki, artık bedeninde dolaşan nasırlı, kirli tırnaklı, zımpara gibi elleri de canını yakmaktadır; artık Sadi’nin elleri kadına az da olsa zevk vermemekte. Peki, soru şimdi şu: kadının bedeninde dolaşan nasırlı, kirli tırnaklı, zımpara gibi eller süt gibi kadının bedeninden keyif, zevk, his alır mı? Yaşam şartlarının yaptığı tahribatlar önce kültürlerini yozlaştırmış sonra ise bedenlerini, hislerini, algılarını köreltmiştir. Bunlar da benim Sadi’nin yüzünde ve ellerinde gördüklerim. Bu düşüncelerime Sadi’den başka kimse karşı çıkamaz; ya benim düşündüklerim de doğru ise veya inandırıcı ise?
İmgeler böyle-böyle çoğalmaktadır. Çeşit-çeşit düşündürmelidir ki, çoğalsınlar ve birer düşündürücü ve belirleyici nitelikte hikayeler barındırsınlar.
“Düşünce biçimimiz, görme biçimimizi belirleyen en önemli faktörlerden biridir”
Teşekkürler Selçuk Özgüleryüz kardeşim.
Sevgilerimle
Ömer L. Bakan

180220161827

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder