18 Şubat 2016 Perşembe

KATHARSİS




Bir buyruk ya da düşüncenin Tanrı tarafından peygamberlere bildirilmesine “vahiy” diyoruz. Vahiyden sonra gelen en kutsal şey ise “ilhamdır”; ilham, özel insanların yeteneği ile düşünce boyutundan eyleme döküldüğünde onu özel kılan, sanatçının yüreğine doldurduğu tanrısal âleme özgü duygu ve düşüncelerdir. Onun için vahiyden sonra gelen en kutsal şey ilhamdır. Sanatçı ilham ile birlikte ona bahşedilen yeteneğin eyleme geçmesiyle ortaya koyduğu imge veya nesne ile karşılaşıldığında kişide uyandırdıklarına bağlı olarak imgenin veya nesnenin kendisine yüklenen bir dizi estetik özellik, imgenin veya nesnenin kendilerini alımlayanlar karşısında taşıdıkları değişik duygular ile hazları uyandıran yapıtlar, sanat eseridir. Sanat eserini sunan kişi ise, yaratıcı eylemin estetik değerlendirmeye, düş gücüne ve özgünlüğe bağımlı olduğu bir sanatı uygulamakta özel yeteneği olan kişide sanatçıdır.
Uzun zamandır takip ettiğim birkaç kişiden biri olan Suzan Ela Armağan yaptıklarıyla beni kimi zaman düşündüren, kimi zaman sorgulatan, kimi zaman ise eğretilemeleriyle beni şaşkına çevirip onun iç dünyasındaki patlamalara, fırtınalara, isyana, sorgulamalarına muhatap olup onu tanımamı sağladı. Bizlere sunduğu eserlere salt fotoğraf demek elbette mümkün olmayabilir. O, fotoğrafı bir anlatım aracı olarak kullanıp eserlerini yaratıyor. Onun için fotoğraf, amaç değil, sadece araç olmaktan öte bir şey değildir. Geçenlerde sorduğum “Fotoğraf bugün böyle, yarın nasıl olacak?sorusuna yazdıklarımı kanıtlarcasına, yaptıklarıyla benim tezime ve tespitime doğrudan destekleyici eserler sunması beni doğrular niteliktedir. Onun eserleriyle yüzleşmek, onu anlamak veya içinde bulunduğumuz durumun bize yansıması bizlerin kolaylıkla kaldırabileceğimiz şeylerde olmayabilir. İnsanın kendisiyle yüzleşmesiyle birlikte oluşabilecek taravmatik durumlar sonrasında bizleri psişik bir çöküntüye uğratabilir. İşte tam da burada o, hem kendi gerçekleriyle hem de bizlerin sıkça içinden çıkamadığımız gerçeklerle durum tespiti yaparken, aynı zamanda da hem kendisi ile hem bizim ile hem de hayat ile dalgada geçmektedir ki işte bu da sanatın ve sanatçının gücünü ortaya koymaktadır.
Suzan Ela armağan, kendi iç dünyasında yarattıklarıyla bir ritüel haline dönüştürdüğü yaratımlarını belki de bir arınma olarak algılamakta ve ruhunu kötülerden ve kötülüklerden temizlemektedir. Sanat yoluyla duyguların boşalması, kişinin estetik deneyimler aracılığıyla olumsuz duygulardan arınmasına felsefi anlamda katharsis denmekte ve Aristoteles’e dayanmaktadır. Aristoteles’e göre, sanatın değeri seyirden kaynaklanan estetik bir hoşnutluktan çok, ahlaki açıdan arınmada kendini açığa vurur.

Ömer L. BAKAN
15-02-2016               


BU FOTOĞRAF ÜZERİNDEN DİĞERİNİ DE İÇİNE ALAN BİR DEĞERLENDİRMENİN ZİHİNSEL ANATOMİSİ…




Algıda gerçek bozulur mu, bozulmaz mı bilmem ama benim algımın bana özel olduğu da bir gerçek. İsimlendirilmiş ya da üstüne hikayesi yazılı eserin gerçekliliği benim algıladığım gerçeği etkiler mi, etkilemez mi(?) esas mesele burada. Akılımın yönlendirilmesi, düşüncelerimin sınırlandırılması, ortaya konulan eserin anlattıkları doğru mu, değil mi? Ya onun hikayesi üstüne yazılı metin gibi değilse ne olacak? Mahremiyetin kutsallığı ışığında ya bize yalan söylediyse? Ortalıkta sergilenen sosyolojik durumların yanı-sıra kendi kurallarının geçerli olduğu iş dünyasının insanların yaşam biçimlerini belirlemekte en büyük faktördür. Tıpkı bu ustanın Cuma günü aldığı haftalıkla birlikte yapması gereken belli-başlı şeylerin ardından hanesine çekildikten sonra yaşadıkları ve yaşattıkları sadece onlar özel ve birçok bilinmezi içerir. İşte esas hikaye o zaman başlar, işte o zaman onun yaşamı ile ilgili birtakım hayaller kurarız; tıpkı birazdan benim yapacağım gibi:
Artık dükkanların kirli camlarında asılı “çırak aranıyor” ilanı görünmemekte. Çıraklık, tarihe karışmış gibi; ustalar ne kendilerine yardımcı olabilecek ne de mesleğini öğretebileceği çırak artık bulamıyor. Nedeni ise zorunlu eğitim on iki yıla çıkması ve aldıkları dayatma TV kültürünün kendi yaşamlarında yaptığı özenti tahribatlar. İşçi sınıfının, varoş halkının, az gelirli insanların özendiği pırıltılı hayat özlemi kendilerini ekonomik ve kültürel çıkmazın içine ister-istemez çekmektedir. Sadi de bunlardan biri. Akşam gittiği mahalle berberine saçlarını kestirirken görüntüsünü onlar gibi olmasını ister. TV’de ve caddelerde gördüğü insanlar gibi görünmek için işe saçlarını biçimlendirmekle başlar; dış görünüm onun için çok önemlidir. Kazandığından fazla harcama yapmaya başlar; kılık, kıyafet, elindeki akıllı telefon v.b. şeyler biçimsel kontrastlığı yama gibi de olsa ortadan kaldırmaya yeterli gibi görünür; onun gözünde şekil-şemal önemlidir. Sadi’yi evli olarak düşünüyorum. Aileden gelen kültür ile birlikte askere gitmeden evlenmiş, karısını hamile-hamile asker yolu gözlemeye bırakmış. Döndüğünde kucağına karısından önce çocuğunu alır. Nasıl olsa artık kadın onundur, ilgilenmese de olur. Aklına geldiği zaman içine kendisini iter daha kadın yirmi beş yaşına gelmeden üç-dört çocuğunun annesi olur. Sadi’nin çok para kazanması lazım, kendisi ile birlikte beş nüfus onun eline bakar: çok çalışır Sadi. Çalışmanın bedeninde yaptığı tahribatın henüz farkına varmasa da ilk fark eden karısıdır. Sadi karısını çok arzu ettiği zamanlarda bile onunla sevişmesi zor olmaya başlar. Tabi onlarınkine sevişme denilebilirse. Karısının hiç orgazm olamadığı, gittikçe işkence haline dönüşen gecelerin birinde kadın şunu fark eder: Sadi’nin elleri o kadar sertleşmiştir ki, artık bedeninde dolaşan nasırlı, kirli tırnaklı, zımpara gibi elleri de canını yakmaktadır; artık Sadi’nin elleri kadına az da olsa zevk vermemekte. Peki, soru şimdi şu: kadının bedeninde dolaşan nasırlı, kirli tırnaklı, zımpara gibi eller süt gibi kadının bedeninden keyif, zevk, his alır mı? Yaşam şartlarının yaptığı tahribatlar önce kültürlerini yozlaştırmış sonra ise bedenlerini, hislerini, algılarını köreltmiştir. Bunlar da benim Sadi’nin yüzünde ve ellerinde gördüklerim. Bu düşüncelerime Sadi’den başka kimse karşı çıkamaz; ya benim düşündüklerim de doğru ise veya inandırıcı ise?
İmgeler böyle-böyle çoğalmaktadır. Çeşit-çeşit düşündürmelidir ki, çoğalsınlar ve birer düşündürücü ve belirleyici nitelikte hikayeler barındırsınlar.
“Düşünce biçimimiz, görme biçimimizi belirleyen en önemli faktörlerden biridir”
Teşekkürler Selçuk Özgüleryüz kardeşim.
Sevgilerimle
Ömer L. Bakan

180220161827

9 Şubat 2016 Salı

Fotoğraf bugün böyle, yarın nasıl olacak?
Sanat eseri üretilebildiği çağda tekniğin olanaklarıyla yeni bir çehreye bürünüyor. Bunu kabul edilebilirlik durumu, alımlayıcının belli bir kültür ve tecrübe süzgecinden geçtiği gibi hayal gücü ile de sınırlıdır. İmgelemin, imgeye dönüştüğü süreçte yaratıcı eser ortaya çıkaran sanatçının da kültür ve tecrübe birikimleri mutlaka çok önemlidir. Düşünce sürecinden karar sürecine gelindiğinde, düşünmenin ne kadar da kolay olduğu gerçeği ortaya çıkar. Düşünceyi eyleme geçirme süreci sonucunda yapma eylemi başladığında, becerisi olan kişi yapmanın kolaylığının elbette ki farkındadır ve buna çok güvenir. Çünkü o iyi yapabilme becerisine çok güvenir. Her iyi yapan, her daim düşüncesini gerçek anlamda ortaya koyabilmiş midir(?) işte bu, gerçekten onun için bir giz ve asla paylaşamayacağı mahremiyetidir. Çoğu zaman bu mahremiyetin ardına sığınabilir. Düşünme insanoğluna bahşedilmiş en büyük özellik olmasından dolayı iyi-kötü herkes düşünür. Düşündüğünü yapabilmek, işte bu herkese nasip olan bir eylem biçimi değil, o kişi için özel bir yetenek ve teknik donanım sahibi olmaktır. Alman düşünür Goethe şöyle demiştir: Düşünmek kolay, yapmak zor, düşündüğünü yapmak daha da zordur. İşte bu tek cümlelik tespit her şeyin özeti olarak belirleyici, ders alınası bir söylemdir; belki de uygulanması zor bir formüldür.



Fotoğrafın icadından bu yana geçen süreçte edinilmiş belli başlı tecrübeler doğrultusunda yaklaşık iki yüz yıllık süreçte hep aynı gelişmişlik veya gelişememişlik süreciyle karşı karşıya kalmıştır. Bu en kolaycı, en basit şekliyle uzun yıllar bizlere sunulmuş veya bizler tarafından sunulmuştur. Bu kime veya kimlere fayda-çıkar sağlar(?) tartışmaya değmez bir sorudur. Kendi akıl sürecinde gelişmiş kişi, aradan sıyrılıp yeni bir şeyler ortaya koyduğunda, onun kabul edilebilirliği de hayli bir süre alacak ve anlaşılmaya çalışılacaktır. Bu tip üretimlerinden dolayı kolaya kaçıp onları dışlamak, anlama çabası göstermemek sanatın sonraki dönemlerinde oluşacak imgelere, düşüncelere, estetik anlayışa ve sanatsal düşüncenin alabileceği yola en büyük ihanettir. Bugünün imkânları ile üretile bilinen imge, yarının sanatına temel oluşturacağından algılayıcı bir düşünce ve bakış açısıyla ancak değerini bulur. Bugün yapılanlar, yarının sanatına yol gösterici birer çıkış noktası olacağından, top yekûn reddetmektense anlamaya çalışmak yeni sanat serüveninin birer başlangıç noktası olacağından, anlama çabası göstermek, sanatta devrime yol açacağından, en azından anlayamamak yerine, anlama çabası gösterilmelidir. Biçemin, biçime dönüşmesinde, imgelemin, imge olarak ortaya çıkmasında geçen süreçte, yaratıcının çektiği sancıları alımlayıcının çekmemesi esas sorunu teşkil etmektedir. Bugünün sanatını kabul edememe çabası, yarına hiçbir faydası yoktur, olmayacaktır.  

Ömer L.Bakan

09-02-2016 

fotoğraflar: Suzan Ela Armağan