(7 yıl önce kendisi ile yaptığımız sohbetten)
Sizi tanımak istiyoruz ilkönce, bize kendinizden söz eder misiniz?
Tabii…
Dünyanın en zor işi, insanın kendini anlatması. Birisinin sizi anlatması daha
güzel aslında. Ben, Niğde’de doğdum. Babam, devlet memuruydu. Dört kardeşten
ilkiyim. Niğde çok özel bir şehirdir, küçük ama sosyal. Okumak, Niğdeli gençler
için çok önemlidir. Gelir kaynağı yoktur fazla.
Resme nasıl başladınız?
Resme
çocuk yaşta başladım diye bir öyküm yok benim. Her çocuk gibi ilkokul, ortaokul
( o zaman adları böyleydi) ve lise de, diğer derslerden daha fazla sevdiğim bir
ders olarak ilgilendim resimle. Ben, Niğde’de memur bir ailenin ilk çocuğu
olarak dünyaya geldim. Liseyi bitirdiğim yıl, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne
girmek istememe rağmen, olmadı. Evlendim bende. Eşim, banka müfettişi idi ve biz
yurdun dört bir yanını onun görevi dolayısıyla geziyorduk. Her gittiğimiz
kentte, resim sergilerini gezerdim. İçimde ukde idi, çünkü resim. Bir oğlum ve
birde kızım dünyaya geldi. Yine böyle bir Eskişehir-Bursa arasında yolculuk
esnasında trafik kazası geçirdik ailece. Bu kazada kızımı kaybettim. Üç
yaşındaydı. Bende ağır yaralıydım. Vücudumda yedi kırık vardı. Yoğun bakımda
hayatta kalma ya da kalmama arasında gidip gelirken, bilincimin açık olduğu
vakitlerde, eğer bana ikinci bir yaşam hakkı verilirse hayatımı daha anlamlı
kılmak için bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm, hep. Yaşadığım duygusal travma,
vücudumdaki kırıklardan çok daha fazla acı veriyordu. Hayata tutunmanın bir yolu olmalıydı, bir
şeyler yapmak zorundaydım. Ayağa kalkabildiğim ilk ayda üniversite giriş
sınavlarına girdim. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim
Öğretmenliği Bölümü son sınıf öğrencisinden bir ay kurs alarak, aynı
üniversitenin resim bölümünü kazandım. Prof. Dr. Oya Kınıklı’dan ders aldım. Oya
Kınıklı çok farklı kişilikli iyi bir ressam ve değerli bir hocaydı. 1989 yılında
başladığım resim eğitimime, ikinci sınıfa geçtiğim yıl eşimin tayininin
Konya’ya çıkması sebebiyle, Selçuk Üniversitesi’ne yatay geçiş yaparak devam
ettim. Doç. Dr. Alaybey Karoğlu atölye hocamdı. 1994 yılında mezun oldum. Alaybey
Karoğlu, ilginç kişiliği olan, coşkulu
bir ressamdı ve ondan çok şey öğrendik. Çok kitap karıştırmak zorunda kalırdık, onun
derslerinde başarıyı yakalayabilmek için. Bugün çok kitap okuyarak farklı
yorumlara varabilme yetimi, onun sayesinde edindiğimi söyleyebilirim. Biz,
resim bölümünün ilk mezunlarıyız. Bizim zamanımızda atölye dersleri çok
ağırlıktaydı. Şanslı bir dönem olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü sonradan atölye
dersleri azaldı. Hem öğretmenlik ruhu ile hem de ressam olacak gibi yetiştik. Aynı
üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde 1998 yılında yüksek lisans, 2007
yılında da doktoramı tamamladım. Aynı zamanda bu yıllar boyunca, ilk görev yerim
Konya Merkez Yarma Kasabası olmak üzere, birçok ilköğretim okulu ve liselerde resim
öğretmeni olarak görev yaptım. Ayrıca Valilik oluruyla Devlet Güzel Sanatlar
Galerisi’nde gençlere ve yetişkinlere resim kursları verdim. 2000 yılında Konya
Çimento A.Ş. tarafından yaptırılıp, milli eğitime hibe edilen Anadolu Güzel Sanatlar
Lisesi’ne kurucu müdür olarak atandım. 5
yıl idarecilik ve öğretmenlik yaptım, Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi’nde.
Hayat hikâyenizden çok etkilendiğimi
söyleyebilirim hocam, gençlere örnek olacak nitelikte. Kolayca pes eden, hayatın
zorlukları karşısında çabuk yılan bir gençlik var şimdilerde. Konya sizi hem
Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’ndeki başarılı idareciliğinizden hem de güzel
suluboya resimlerinizden tanıyor. Bize biraz anlatır mısınız, orayı.
Evet,
bir masa, 24 sıra, bir resim öğretmeni ve bir müzik öğretmeniyle başladığımız
lise, kısa sürede Türkiye’deki güzel sanatlar liseleri içinde hem başarı
sıralaması hem de fiziki ortam olarak en ön sıralarda yer aldı. Çünkü ben ve
öğretmen arkadaşlarım, çok özveriyle çalıştık, orada. Konya Çimento A.Ş. nin,
Vali Ahmet Kayhan’ın, Milli Eğitim Müdürü Orhan Güçer’in çok fazla katkıları
oldu. Başarı çizgisi yüksek bir okul. Siz yaptığınız işi önemsiyorsanız, bunu
başkaları da önemsiyor. Artık mezunlarımız üniversitedeler ve benim de öğrencim
oldular. Çok şevkle çalıştığım yıllardı. Mesai kavramımız hiç yoktu; günün her
saati okulla ilgileniyorduk, tüm çalışanlarıyla. Çok güzel anılarla ayrıldım
liseden. Halen görev yaptığım arkadaşlarımla çok sık görüşüyorum ve
etkinliklerini de izlemeye özen gösteriyorum.
Daha sonra üniversiteye geçtiniz…
Evet,
2005 yılında S.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde öğretim görevlisi
olarak başladım. Halen aynı fakültede resim bölümünde yardımcı doçent doktor
olarak çalışıyorum. Güzel Sanatlar Fakültesi; çok faal, çok sık ulusal ve
uluslararası etkinliklere katılmamıza teşvik edilerek, yüreklendirildiğimiz bir
kurum. Sanat eğitimini, bir meslek edinmenin de ötesinde, sosyalleşme ve hayatı
yaşanılır kılma adına bir süreç kabul ediyorum. Tüm öğrencilerimin de
sosyalleşmesi ve sanatın, hayatın anlamı olması gerektiği hususunda
yönlendirmeye çalışıyorum. Her şey iyi bir eğitim ve gelecekte Türkiye’yi en
üst seviyeye taşıyacak gençler için. Ben, gençlere güveniyorum. Ve üniversitede
olmaktan, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yapmaktan çok mutluyum. Selçuk
Üniversitesi, sosyal aktiviteleri ve sanatsal çalışmaları önemseyen bir çizgiye
sahip. Ancak gençler artık az okuyorlar, kendilerini ve duygularını anlatmakta
zorlanan bir gençlik yetişiyor. Bu durum beni üzüyor biraz.
Üniversitede öğretim üyeliğinin dışında
nelerle ilgileniyorsunuz?
Güzel
Sanatlar Lisesi için, bugün okullarda ders kitabı olarak okutulan “Estetik”
adlı kitabı yazdık, arkadaşlarımla. Güzel Sanatlar Liseleri ve Sosyal Bilimler
Liselerinin resim programlarının hazırlanmasında görev aldım. Birçok jüri
üyeliklerinde bulundum. Bunların dışında; arkadaşlarımla olmaktan, görmediğim
yerler görmekten, seyahat etmekten, farklı kültürleri tanımaktan çok zevk
alıyorum. Doğada yürüyüş yapmayı severim, kuş sesleri ve yeşillikler içinde
tabii.
Resimlerinize gelelim. Sizi daha çok
suluboya resimlerinizle tanıyoruz, bize resimlerinizden bahseder misiniz?
Ben
suluboya resme öğrencilik yıllarımda başladım ve çok sevdim. Zaman zaman
yağlıboya resim, şimdilerde tuval üzerine akrilik çalışıyorum ama sonra tekrar
suluboyaya dönüyorum. Suluboya; sevgiye, iyi ve kaliteli boyaya, grenli suluboya kâğıdına bağlı olarak
kalitesi artan bir tekniktir. Çabuk çalışılması gereken, çabuk bozulabilen, zor
bir tekniktir. Bazen büyük boy kâğıtlara lirik soyutlama olarak, genellikle
doğadan çağrışımlar içeren renkçi bir anlayışla çalışıyorum. Bazen de küçük kâğıtlara
eskizler yapıyorum, ama daima çiziktirdiğim defterlerim var, tabii. Ankara’da
Ressam Mustafa Ayaz’ın atölyesine gittiğimde, hocanın neredeyse öğrenciliğinden
beri hiçbir desen ve eskizini atmadığını, bir büyük kitaplığa sığacak kadar
desen ve eskiz defterlerini gördüm ve çok etkilendim.
Kaç kişisel sergi açtınız, yakında bir
sergi görebilecek miyiz?
9
kişisel sergim var. 100’e yakında karma sergiye katıldım. Bunların bazıları
uluslararası sergiler. Tuval üzerine akrilik çalışmalarımda, suluboya tadında.
Suluboyanın o şeffaf, duru güzelliğini akrilikle de verebiliyorsunuz. Ekim
2010’da Ankara’da bir sergim var, ona hazırlanıyorum şimdilerde.
Resimlerinizde canlı renkler var ve
birbiri içinde eriyorlar, formlar
kayboluyor, bu bir seçim mi, yoksa tesadüfî bir şey mi?
Şüphesiz
bu benim tercihim. Renklerle oynamayı seviyorum. Ama sanatta tesadüfî şeylerde
vardır kuşkusuz. Bu tesadüfîlik, bazen beni çok heyecanlandırır. Resimlerde
insan kişilikleri gibidir; nefes alır, yaşarlar, düşündürürler,
hüzünlendirirler, yaşama sevinci verirler, eleştireldirler, özgürdürler,
gerilim yaratırlar… Resmin düşünsel boyutu da çok çeker beni. Sanatçının yaratma
süreci sancılıdır aslında. Çoğu zaman yapmak istediklerini yeterince
anlatamadığı duygusu yaşar. Yüzyılımızda resmin yansıtmacılığı da,
anlatımcılığı da kalmadı, ama resmin güzel sanatlar içinde farklı bir yeri
vardır her zaman. Sanat öldü diye feryat figan koparılsa da, ölen sanat değil
aslında. Ya sanatın ilkeleri, kuralları yok oldu ya da estetik kurallar yer
değiştirdi, estetik olmayanla. Artık sanatın güzel kaygısı yok. Siz böyle bir
kaygı taşıyor musunuz diye sorarsanız, evet taşıyorum hala. Ama resimlerimin
düşünsel boyutu da, en az görünür kılınanlar kadar önemli. “Gönül vermeyince,
gönül bulamazsın.” der Hz. Mevlana. Gönül vermeyince, gönlünü açmaz; resim de
insana.
Elinize sağlık hocam, size kolaylıklar
diliyoruz. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Derginize
konuk ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Sanata ve sanat eğitimine daha çok önem
verilen bir Türkiye diliyorum.