25 Ağustos 2017 Cuma

PROF. DR. ZUHAL ARDA

Zuhal hocamın profesörlüğünü tebrik ediyorum.
(7 yıl önce kendisi ile yaptığımız sohbetten)




Sizi tanımak istiyoruz ilkönce, bize kendinizden söz eder misiniz?
Tabii… Dünyanın en zor işi, insanın kendini anlatması. Birisinin sizi anlatması daha güzel aslında. Ben, Niğde’de doğdum. Babam, devlet memuruydu. Dört kardeşten ilkiyim. Niğde çok özel bir şehirdir, küçük ama sosyal. Okumak, Niğdeli gençler için çok önemlidir. Gelir kaynağı yoktur fazla.



Resme nasıl başladınız?
Resme çocuk yaşta başladım diye bir öyküm yok benim. Her çocuk gibi ilkokul, ortaokul ( o zaman adları böyleydi) ve lise de, diğer derslerden daha fazla sevdiğim bir ders olarak ilgilendim resimle. Ben, Niğde’de memur bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. Liseyi bitirdiğim yıl, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmek istememe rağmen, olmadı. Evlendim bende. Eşim, banka müfettişi idi ve biz yurdun dört bir yanını onun görevi dolayısıyla geziyorduk. Her gittiğimiz kentte, resim sergilerini gezerdim. İçimde ukde idi, çünkü resim. Bir oğlum ve birde kızım dünyaya geldi. Yine böyle bir Eskişehir-Bursa arasında yolculuk esnasında trafik kazası geçirdik ailece. Bu kazada kızımı kaybettim. Üç yaşındaydı. Bende ağır yaralıydım. Vücudumda yedi kırık vardı. Yoğun bakımda hayatta kalma ya da kalmama arasında gidip gelirken, bilincimin açık olduğu vakitlerde, eğer bana ikinci bir yaşam hakkı verilirse hayatımı daha anlamlı kılmak için bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm, hep. Yaşadığım duygusal travma, vücudumdaki kırıklardan çok daha fazla acı veriyordu.  Hayata tutunmanın bir yolu olmalıydı, bir şeyler yapmak zorundaydım. Ayağa kalkabildiğim ilk ayda üniversite giriş sınavlarına girdim. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği Bölümü son sınıf öğrencisinden bir ay kurs alarak, aynı üniversitenin resim bölümünü kazandım. Prof. Dr. Oya Kınıklı’dan ders aldım. Oya Kınıklı çok farklı kişilikli iyi bir ressam ve değerli bir hocaydı. 1989 yılında başladığım resim eğitimime, ikinci sınıfa geçtiğim yıl eşimin tayininin Konya’ya çıkması sebebiyle, Selçuk Üniversitesi’ne yatay geçiş yaparak devam ettim. Doç. Dr. Alaybey Karoğlu atölye hocamdı. 1994 yılında mezun oldum. Alaybey Karoğlu,  ilginç kişiliği olan, coşkulu bir ressamdı ve ondan çok şey öğrendik.  Çok kitap karıştırmak zorunda kalırdık, onun derslerinde başarıyı yakalayabilmek için. Bugün çok kitap okuyarak farklı yorumlara varabilme yetimi, onun sayesinde edindiğimi söyleyebilirim. Biz, resim bölümünün ilk mezunlarıyız. Bizim zamanımızda atölye dersleri çok ağırlıktaydı. Şanslı bir dönem olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü sonradan atölye dersleri azaldı. Hem öğretmenlik ruhu ile hem de ressam olacak gibi yetiştik. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde 1998 yılında yüksek lisans, 2007 yılında da doktoramı tamamladım. Aynı zamanda bu yıllar boyunca, ilk görev yerim Konya Merkez Yarma Kasabası olmak üzere, birçok ilköğretim okulu ve liselerde resim öğretmeni olarak görev yaptım. Ayrıca Valilik oluruyla Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde gençlere ve yetişkinlere resim kursları verdim. 2000 yılında Konya Çimento A.Ş. tarafından yaptırılıp, milli eğitime hibe edilen Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’ne kurucu müdür olarak atandım.  5 yıl idarecilik ve öğretmenlik yaptım, Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi’nde.





Hayat hikâyenizden çok etkilendiğimi söyleyebilirim hocam, gençlere örnek olacak nitelikte. Kolayca pes eden, hayatın zorlukları karşısında çabuk yılan bir gençlik var şimdilerde. Konya sizi hem Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’ndeki başarılı idareciliğinizden hem de güzel suluboya resimlerinizden tanıyor. Bize biraz anlatır mısınız, orayı.
Evet, bir masa, 24 sıra, bir resim öğretmeni ve bir müzik öğretmeniyle başladığımız lise, kısa sürede Türkiye’deki güzel sanatlar liseleri içinde hem başarı sıralaması hem de fiziki ortam olarak en ön sıralarda yer aldı. Çünkü ben ve öğretmen arkadaşlarım, çok özveriyle çalıştık, orada. Konya Çimento A.Ş. nin, Vali Ahmet Kayhan’ın, Milli Eğitim Müdürü Orhan Güçer’in çok fazla katkıları oldu. Başarı çizgisi yüksek bir okul. Siz yaptığınız işi önemsiyorsanız, bunu başkaları da önemsiyor. Artık mezunlarımız üniversitedeler ve benim de öğrencim oldular. Çok şevkle çalıştığım yıllardı. Mesai kavramımız hiç yoktu; günün her saati okulla ilgileniyorduk, tüm çalışanlarıyla. Çok güzel anılarla ayrıldım liseden. Halen görev yaptığım arkadaşlarımla çok sık görüşüyorum ve etkinliklerini de izlemeye özen gösteriyorum.
Daha sonra üniversiteye geçtiniz…
Evet, 2005 yılında S.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak başladım. Halen aynı fakültede resim bölümünde yardımcı doçent doktor olarak çalışıyorum. Güzel Sanatlar Fakültesi; çok faal, çok sık ulusal ve uluslararası etkinliklere katılmamıza teşvik edilerek, yüreklendirildiğimiz bir kurum. Sanat eğitimini, bir meslek edinmenin de ötesinde, sosyalleşme ve hayatı yaşanılır kılma adına bir süreç kabul ediyorum. Tüm öğrencilerimin de sosyalleşmesi ve sanatın, hayatın anlamı olması gerektiği hususunda yönlendirmeye çalışıyorum. Her şey iyi bir eğitim ve gelecekte Türkiye’yi en üst seviyeye taşıyacak gençler için. Ben, gençlere güveniyorum. Ve üniversitede olmaktan, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yapmaktan çok mutluyum. Selçuk Üniversitesi, sosyal aktiviteleri ve sanatsal çalışmaları önemseyen bir çizgiye sahip. Ancak gençler artık az okuyorlar, kendilerini ve duygularını anlatmakta zorlanan bir gençlik yetişiyor. Bu durum beni üzüyor biraz.





Üniversitede öğretim üyeliğinin dışında nelerle ilgileniyorsunuz?
Güzel Sanatlar Lisesi için, bugün okullarda ders kitabı olarak okutulan “Estetik” adlı kitabı yazdık, arkadaşlarımla. Güzel Sanatlar Liseleri ve Sosyal Bilimler Liselerinin resim programlarının hazırlanmasında görev aldım. Birçok jüri üyeliklerinde bulundum. Bunların dışında; arkadaşlarımla olmaktan, görmediğim yerler görmekten, seyahat etmekten, farklı kültürleri tanımaktan çok zevk alıyorum. Doğada yürüyüş yapmayı severim, kuş sesleri ve yeşillikler içinde tabii.




Resimlerinize gelelim. Sizi daha çok suluboya resimlerinizle tanıyoruz, bize resimlerinizden bahseder misiniz?
Ben suluboya resme öğrencilik yıllarımda başladım ve çok sevdim. Zaman zaman yağlıboya resim, şimdilerde tuval üzerine akrilik çalışıyorum ama sonra tekrar suluboyaya dönüyorum. Suluboya; sevgiye, iyi ve kaliteli boyaya,  grenli suluboya kâğıdına bağlı olarak kalitesi artan bir tekniktir. Çabuk çalışılması gereken, çabuk bozulabilen, zor bir tekniktir. Bazen büyük boy kâğıtlara lirik soyutlama olarak, genellikle doğadan çağrışımlar içeren renkçi bir anlayışla çalışıyorum. Bazen de küçük kâğıtlara eskizler yapıyorum, ama daima çiziktirdiğim defterlerim var, tabii. Ankara’da Ressam Mustafa Ayaz’ın atölyesine gittiğimde, hocanın neredeyse öğrenciliğinden beri hiçbir desen ve eskizini atmadığını, bir büyük kitaplığa sığacak kadar desen ve eskiz defterlerini gördüm ve çok etkilendim.





Kaç kişisel sergi açtınız, yakında bir sergi görebilecek miyiz?
9 kişisel sergim var. 100’e yakında karma sergiye katıldım. Bunların bazıları uluslararası sergiler. Tuval üzerine akrilik çalışmalarımda, suluboya tadında. Suluboyanın o şeffaf, duru güzelliğini akrilikle de verebiliyorsunuz. Ekim 2010’da Ankara’da bir sergim var, ona hazırlanıyorum şimdilerde.



Resimlerinizde canlı renkler var ve birbiri içinde eriyorlar,  formlar kayboluyor, bu bir seçim mi, yoksa tesadüfî bir şey mi?
Şüphesiz bu benim tercihim. Renklerle oynamayı seviyorum. Ama sanatta tesadüfî şeylerde vardır kuşkusuz. Bu tesadüfîlik, bazen beni çok heyecanlandırır. Resimlerde insan kişilikleri gibidir; nefes alır, yaşarlar, düşündürürler, hüzünlendirirler, yaşama sevinci verirler, eleştireldirler, özgürdürler, gerilim yaratırlar… Resmin düşünsel boyutu da çok çeker beni. Sanatçının yaratma süreci sancılıdır aslında. Çoğu zaman yapmak istediklerini yeterince anlatamadığı duygusu yaşar. Yüzyılımızda resmin yansıtmacılığı da, anlatımcılığı da kalmadı, ama resmin güzel sanatlar içinde farklı bir yeri vardır her zaman. Sanat öldü diye feryat figan koparılsa da, ölen sanat değil aslında. Ya sanatın ilkeleri, kuralları yok oldu ya da estetik kurallar yer değiştirdi, estetik olmayanla. Artık sanatın güzel kaygısı yok. Siz böyle bir kaygı taşıyor musunuz diye sorarsanız, evet taşıyorum hala. Ama resimlerimin düşünsel boyutu da, en az görünür kılınanlar kadar önemli. “Gönül vermeyince, gönül bulamazsın.” der Hz. Mevlana. Gönül vermeyince, gönlünü açmaz; resim de insana.
Elinize sağlık hocam, size kolaylıklar diliyoruz. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Derginize konuk ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Sanata ve sanat eğitimine daha çok önem verilen bir Türkiye diliyorum.